Gülşehir (Arapsun - Arabusun - Yarapusan - Zorapassos), Kapadokya'da , yani tarih oncesi çağlardan beri ceşitli medeniyetler tarafından yerleşim yeri olarak seçilmiştir. Gülşehir yakınında bulunan Büyükkale, Açıksaray, Kızılkatma, Beyyurdu, Döllük, Ozankaya, Araplı höyüğü gibi yerlerde bulunan eserler ilçemizin M.O. 5000 yilindan beri önemli bir merkez olduğunu göstermektedir.
Gülşehirin de icinde bulundugu Kapadokya Bölgesi'ni üç ana dönemde incelemek mümkündür. Birinci dönem paleolitik, neolitik ve antik dönemlerdir. Ikinci dönem Roma ve Bizans dönemleri ve son dönem Türk dönemidir.
Kronoloji
M.Ö. Paleolitic Dönem
M.Ö. Neolitic Donem
M.Ö. 5000-3000 Tarih-oncesi Dönem
M.Ö. 3000-1750 Asur Ticaret Kolonileri ve Hititler Dönemi
M.Ö. 1750-1400 Hitit Krallik Dönemi
M.Ö. 1400-1200 Hitit Imparatorluk Dönemi
M.Ö. 1200-1100 Ege ve Kuzey Kavimlerinin Kapadokya'ya Gelisi
M.Ö. 1100-950 Frigyalilar
M.Ö. 800 Hitit Tabal Kralligi'nm Bölgede Tekrar Canlanisi
M.Ö. 950-585 Kimmer-Iskit Akinlari ve Lidyalilar'in Egemenligi
M.Ö. 585-334 Pers Egemenligi
M.Ö. 334-335 Makedonya Komutanligi (3 Ay)
334-M.S.17 Kapadokya Kralligi Dönemi
17-395 Roma Imparatorlugu Dönemi
395 Dogu Roma (Bizans) Devleti
1072 Türk Boylarinin Yerlesmeye Baslamasi
1086-1175 Danismendliler Dönemi
1175 Anadolu Selçuklulari Dönemi
1243 Mogol Hakimiyeti
1318 Anadolu Selçuklu Devleti'nin Son Bulmasi
1318 Ilhanli Valisi Timurtas'in ve Eratna Bey'in Yönetimi
1340 Bagimsiz Eratna Beyligi
1365 Karamanogullari Beyligi
1381 Kadi Burhanettin Yönetimi
1398 Karamanogullari'nin Bölgeyi Geri Almasi
1398-1402 Osmanli Egemenligi
1402 Timur'un Bölgeyi Karamanogullari'na Geri Vermesi
1436 Sultan II. Murat'in Nevsehir ve Kayseri'yi Karamanoglulan'ndan geri almasi
1466 Kapadokya'nin Kesin Olarak Osmanli Topraklarina Katilmasi
1867 Nevsehir Livasinin Kazaya Dönüstürülerek Nigde'ye Baglanmasi
1902 Nevsehir'in Ankara Sancagina Baglanmasi
1948 Gülşehir isminin resmiyet kazanması
1954 Nevsehir'in Il Olmasi
1954 Gülşehir'in ilçelik unvanını alması
History of Cappadocia Region
First Traveler's in Cappadocia
Europeans discovered the Region of Cappadocia, which has been occupied by many civilisations, at the beginning of the 18th century. Paul Lucas, who was sent by the French King Louis XIV in 1704, stated that he saw many strange pyramid like houses near the Red River (the ancient Halys) and that these houses had conspicuous entrances and stairs and big windows to light all the rooms.
With his imagination, he likened the fairy chimneys to "monks with hoods" and the rocks on the fairy chimneys to busts of "Mother Mary holding Baby Jesus". He thought that these interesting rock-cut houses were the ones of the Christian monks. In his engraving, the tops of the serial conical shaped fairy chimneys were depicted, in an exaggerated way, as the busts of people and animals.
Igneli Tepe, Gulsehir
When Lukas examined Cappadocia again in 1719, he described these fairy chimneys as a graveyard near Caesarea (modern Kayseri). Paul Lucas’s fantastic description of the place was met with both great interest and suspicion in Europe.
C. Texier, who visited Cappadocia between 1833 - 1837 after Paul Lukas, stated that nature had never displayed itself in such a way before the eyes of a stranger.
English traveler Ainsworth, who visited Cappadocia in the 19th century, expressed his astonishment as: “Turning up a glen which led from the river inland, we found ourselves suddenly lost in a forest of cones and pillars of rock, that rose around us in interminable confusion, like the ruins of some great and ancient city. At times these rude pinnacles of rock balanced huge unformed masses upon their pointed summits, but still more frequently the same strangely supported masses assumed fantastic shapes and forms at one moment suggesting the idea of a lion, at another of a bird, and then again of a crocodile or a fish."
W. J. Hamilton, English geologist, expressed his amazement saying, "The words are never enough to describe the scenery of this extraordinary place." Scientific researches and publications started at the end of the 19th century. G. De Jerphanion, the French explorer/priest, who did some researches in Cappadocia between 1907 - 1912, systematically examined the monumental rock-cut churches, rock-cut monasteries and the wall frescoes in these.
Kapadokya'da Paleolitik, Neolitik ve Antik Dönemler
Peri bacaları nasıl oluştu
Bundan on milyon yil kadar once Kapadokya Bolgesinde bulunan uc yanardagdan (Erciyes, 3916m; Hasan Dagi, 3268m; ve Golludag) patlayan volkanlar bolgeye yayilmis ve tüf (tufa) denilen volkanik taslarin olusmasina neden olmustur. Vadi yamaçlarından inen sel sularının ve rüzgarın, tüflerden oluşan yapıyı aşındırmasıyla "Peribacası" adı verilen ilginç oluşumlar ortaya çıkmıştır. Sel sularının dik yamaçlarda kendine yol bulması, sert kayaların çatlamasına ve kopmasına neden olmuştur. Alt kısımlarda bulunan ve daha kolay aşınan malzemenin derin bir şekilde oyulması ile yamaç gerilemiş, böylece üsy kısımlarda yer alan şapka ile aşınmadan korunan konik biçimli gövdeler ortaya çıkmıştır.
ERUPTIONS AND GEOLOGICAL FORMATIONS
For millions of years, the mighty volcanoes of the Central Anatolian Plateau erupted and spewed their contents across the land that would become the cradle of civilization.
Most of the geology of Cappadocia is volcanic, alternating layers of basalt lava flows and volcanic ash deposits (also known as tuff). Now, tuff is much softer and more easily eroded than basalt, and the resulting differential erosion creates truly bizarre landscapes.
Kapadokya Bölgesi'nde erozyonun oluşturduğu peribacası tipleri; şapkalı, konili, mantar biçimli, sütunlu ve sivri kayalardır. Peribacaları en yoğun şekilde Avanos- Uçhisar-Ürgüp üçgeni arasında kalan vadilerde, Ürgüp Şahinefendi arasındaki bölgede Nevşehir Çat kasabası civarında, Kayseri Soğanlı vadisinde ve Aksaray Selime köyü civarında bulunmaktadır.
Gulsehir'e ozgu peri bacalari mantar sekillidir.
Gulsehir ve Avanos yakinlarindaki kaya katmanlari
Folded sedimentary rocks near Avanos and Gulsehir, central Anatolia
One of the strangest is when there's acres of tuff columns with little basalt caps on the top of them – called Fairy Chimneys, The other unique thing about the tuff is that it's soft enough that it's easy to dig into - for thousands of years the people living here have carved out houses, churches, even entire underground cities into the tuff.
Rock Structures
Mount Erciyes Hasandağ and Göllüdağ were active volcanoes in the gelogical perionds. Alongside with many other valcanoes, eruptions of these volcanoes started in the Early Miocene (10 million years ago) and have continued until the present day.
The lava produced by these volcanoes, under the Neogen lakes, formed a layer of tufa on the plateaus which waried in hardness and was between 100 and 150m thick. Other substances in the layer are ignimbrite, soft tufa, tufa, lahar, asy, clay, sandstone,marn, Basalt and other agglomerates.
llcemizin simgesi: Mantar Kaya
Daha çok Paşabağı civarında bulunan şapkalı peribacaları konik gövdeli olup, tepe kısımlarında bir kaya bloku bulunmaktadır. Gövde tüf, tüffit ve volkan külünden oluşmuş kayaçtan; şapka kısmı ise lahar ve ignimbirit gibi sert kayaçlardan oluşmaktadır. Yani şapkayı oluşturan kaya türü, gövdeyi oluşturan kaya topluluğuna oranla daha dayanıklıdır. Bu peribacasının oluşumu için ilk koşuldur. Şapkadaki kayanın direncine bağlı olarak, peribacaları uzun veya kısa ömürlü olmaktadır.
Peribacalarının dışında vadi yamaçlarında yağmur sularının oluşturduğu ilginç kıvrımlar bölgeye ayrı bir özellik katmaktadır. Bazı yamaçlarda görülen renk armonisi lav tabakalarının ısı farkından dolayıdır. Bu oluşumlar Uçhisar, Çavuşin, Güllüdere, Göreme, Meskendir, Ortahisar Kızılçukur ve Pancarlı vadilerinde gözlenir.
Tarih-Oncesi Antik Donem
Gülşehir merkezinin 5 km. doğusuna düşen Civelek köyü mağarasında bulunan tek kulplu fincanlar, çeşitli boylarda çömlekler, taştan ve kemikten aletler ilçe tarihinin M.Ö.5000 yıllarına kadar uzandığını gösterir. Bu, küçümsenecek bir tarih değildir. Aşağı yukarı 7 000 yıllık bir geçmiş söz konusudur.
Kapadokya'da paleolitik döneme ilişin izlere pek az rastlanmakla birlikte, bugüne kadar elde edilen veriler bu izlerin erken paleolitik dönemden çok son paleolitik döneme ait olduğunu göstermektedir. Paleolitik dönemden sonra volkan patlamalarının uzun süre insan yerleşimine müsaade etmediği sanılmaktadır. Bu dönem Neolitik döneme kadar devam eder.
Bölgede yapılan arkeolojik çalışmalarda neolitik dönemden başlayan bir çok yerleşme tesbit edilmişti. Örneğin Ürgüp yakınlarında (Avla Tepesi) neolitik döneme ait taş aletler bulunmuştur. Acem höyük kazılarında İ.Ö. 6.-7. yüzyıla ait izlere, Hitit ve Bronz çağa ait eserlere rastlanmıştır.
Kapadokya'da ilk yerleşik izleri oldukça eski tarihlere uzanır. İnsanlığın avcılık ve toplayıcılıkla geçindiği döneme ait izlere rastlanmamasında volkanik patlamaların yanısıra, Kapadokya'nın yaşayan doğasının sonucu, mekanların bir sonra gelenler tarafından genişletilip tekrar yerleşime sahne olmasıyla izlerin silinmesinden kaynaklanmaktadır. Sulucakaracahöyük, Topaklı Höyük gibi alanlarda yapılan arkeolojik çalışmalar Hititler'den Bizans dönemine kadar geçen süre içinde bölgede çeşitli kültürlerin (Hitit, Frig, Roma, Geç Roma) yaşadığını göstermektedir. Bu döneme ait izler ancak topluluklar tarafından kulanılan eşyalarda görülebilir.
Neolitik şehri Çatalhöyük'te Kapadokya'nın tarihi başlar. İ.Ö. 5000-4000 arasında Kapadokya'da küçük krallıklar yaşamıştır. Kapadokya'nın bilinen ilk halkları, Luviler ve Hititler'dir.
On-Hitit Donemi ve Asur Ticaret Kolonileri Donemi ( M.O 3000 - 1750 )
İlçe çevresinde bulunan tarihi kalıntılara bakılarak yapılan incelemeler ve elde edilen tespitlere göre, Gülşehir'de ilk oturan kavim Hititlerdir. ilçe merkezine 37 km. uzaklıkta bulunan Gökçetoprak köyündeki M.Ö.8. yüzyıla ait olan Yazılıkaya hala gezilebilir durumdadır.
M.Ö. 2500-1750 yılları arasında Kuzey Mezopotamya'da yaşayan Assurlu tacirler İ.Ö. 2500 sonlarında Anadolu'da ticari koloniler kurarak ilk ticaret örgütünü oluşturmuşlardır. Bu ticaretin merkezi Kayseri'deki Kültepe, Kaniş-Karum'dur (Karum: Ticaretin yapıldığı pazar yeri). Belgelerde adı geçen ve yeri saptanabilen karumlardan biri de Karum-Hattuşaş'tur (Boğazköy).
Plateaus, having been essentially shaped with the lava from the bigger volcanoes, were continuously altered with the eruptions of smaller volcanoes. Starting in the Early Pliocene Period, the rivers in the area, especially Kızılırmak (the Red Rıver), and local lakes contibuted to the erosion of this layer of tufa stone,eventually giving the areaist present day shape.
Formation of Fairy Chimneys
The interesting rock formations, known as '' fairy chimneys'',have been formed as the result of the erosion of this tufa layer, sculpted by wind and flood water, runnig down on the slopes of the valleys. Water has found its way through the valleys creating craks and ruptures in the hard rock. The softer, easily erodable material underneath has been gradually swept away reseding the slopes and in this way, cönical formations protected with basalt caps have been created.
The fairy chimneys with caps, mainly found in the vicinity of Ürgüp, have a conical shaped body and a boulder on top of it. The cone is constructed from tufa and volcanic ash, while the cap is of hard, more resistant rock such as lahar or ignimbrite.Various types of fairy chimneys, are found in Cappadocia. Among these are those with caps, cones, mushroom like forms, columns and pointed rocks.
Fairy chimneys are generally found in the valleys of the Uçhisar-Ürgüp-Avanos triangle, between Ürgüp and Şahinefendi, around the town of çat in Nevşehir, in the Soğanlı valley in Kayseri, and in the village of Selime in Aksaray.
Another characteristic feature of the area are the sweeping curves and patterns on the sides of the valleys, formed by rainwater. These lines of sedimentation exposed by erosion display a range of hues. The array of color seen on some of the valleys is due to the diffrence in heat of the lava layers .Such patterns can be seen in Uçhisar, Çavuşin / Güllüdere,Göreme/ Meskendir, Ortahisar/ kızılçukur and Pancarlık valleys.
PREHISTORIC PERIOD
Blessed with a moderate climate and fertile soil, one of the world's earliest known communities was founded 10,000 years ago at Central Anatolia.
Gulsehir
Zengin altın, gümüş ve bakır kaynaklarına sahip olan Anadolu, tunç alaşımı için gerekli olan kalay bakımından fakirdi. Tacirlerin beraberinde getirdikleri kalay, çeşitli kumaşlar ve kokular bu ticaretin ana malzemeleriydi. Hiç bir zaman politik üstünlüğe sahip olmayan tacirler yerli beylerin himayesi altındaydılar.
Erken Bronz Çağı sonlarında (İ.Ö 3200-1650) bölgenin özellikle Avanos ve Kültepe'nin önemli bir ticaret merkezi olduğunu Asur'lu tüccarlardan kalan pişmiş topraktan yapılmış ticaret mektuplarından öğrenmekteyiz. Asur'lu tüccarların mektuplarında Kızılırmak yayı içinde kalan bu bölgeden Hitit ülkesi olarak söz edilmektedir. Asur Ticaret kolonilerinin dönemi, İ.Ö. 1850-1800 yılları arasında sona ermiştir
Assurlu tacirler sayesinde Anadolu'da ilk defa yazı görülür. Anadolu'nun geçek yazılı tarihini anlatan en eski belgeler Asur ticaret kolonilerinden kalmış olan Kapadokya tabletleridir. Kapadokya Tabletleri olarak adlandırılan Eski Assurca yazılmış çivi yazılı metinlerden, tacirlerin geliş yolları üzerindeki beylere %10 yol verdikleri, borçlu olan halktan %30 oranında faiz aldıkları, Anadolu krallarına sattıkları mal üzerinden %5 vergi verdikleri anlaşılmaktadır. Yine bu tabletlerde Assurlu tacirlerin Anadolulu kadınlarla evlendikleri ve nikah sözleşmelerinde Anadolulu kadınların haklarını koruyacak maddeler bulunduğu görülmektedir.
Kapadokya'nın "Güzel At Yetiştirilen Ülke - Güzel Atlar Ülkesi" anlamına gelen adı da Asurların mirasıdır. Asurlar'ın Katpatuta adını verdiği bölge Persler döneminde Kapadokya adını almıştır.
Assurlu tacirler yazıdan başka silindir mühürler, madencilik, tapınak ve tanrı fikirlerini de Anadolu'ya getirmişlerdir. Böylece Anadolu'nun yerli sanatı, Mezopotamya sanatının etkisi altında gelişerek kendine has yeni bir sanat anlayışını ortaya koymuştur. Bu sanat daha da gelişerek Hitit sanatının temelini oluşturmuştur.
Evidence of Prehistoric cultures in Cappadocia can most easily be found around köşkhöyük/ Niğde, Aşıklıhöyük/ Aksaray and in the Civelek cave near Nevşehir.
Excavation in these three areas are still taking place.
Civelek Cave: Civelek cave is in the vicinity of civelek village, which is situated 4km west of Gülşehir, in the province of Nevşehir. The cave is found in the hill known as Gurlek Hill. Access can be gained by means of a galery which extends downwards for 14 m to the limestone cave.There are many calcite crystal stalagtites, between 5and 15 cm in length, hanging from the sections of the cave ceiling, the main part of which is 22 by 11 m.During excavations carried out by Nevşehir Museum and cave experts from ıtaly, hand made cups,cooking pots of various sizes, spindles and tolls made from stone and bone dating from the Chalcolithic Period ( 5500-3000 BC) were unearthed from the floor of the cave and especially among the collapsed rocks. In addition to this, surface excavations in the surrounding caves unearthed tools made from obsidian and flint. In an attempt to preserve it, Civelek cave is closed to visitors.
Hititler Donemi (M.Ö. 1750-1200 )
M.Ö. 2000 başlarında Avrupa'dan Kafkaslar üzerinden gelerek Kapadokya Bölgesi'ne yerleşen Hititler, daha sonra yerli halkla kaynaşarak imparatorluk kurmuşlardır. Dilleri Hind-Avrupa dil grubundandır. Başkentleri Hattuşaş (Boğazköy) olan Hititlerin önemli şehirleri Alacahöyük ve Alişar'dır.
Kapadokya, Hitit İmparatorluğu'nin yükselme çağında (1750'lerde) Kral Şubbiluliyuma tarafından fethedilerek, Hititler'in "Aşağı Memleket" sınırlarına dahil olmuş, yaklaşık 500 yıl Hiitler'in elinde kalmıştır. Yerleşik hayata geçişle birlikte, yerleşim birimleri arasında temel ihtiyaçların karşılanması için ticaret ve benzeri ilişkiler doğmuş, temel ihtiyaç maddelerini üreten birimler önemli merkezler haline gelmişlerdir.
Hitit Gunesi
Kapadokya Bölgesi'nde bulunan bütün höyüklerde Hititlere ait kalıntılara rastlamak mümkündür. Bunun yanı sıra Hitit İmparatorluk Dönemi'nde özellikle Kapadokya Bölgesi'nde stratejik açıdan önemli geçitlere ve su kenarlarındaki yüksek kayalara rölyef olarak işlenmiş anıtlar bulunmaktadır. Bu kaya anıtları sayesinde Hitit krallarının güneydeki ülkelere ulaşmak için geçtiği yolları saptamak olasıdır.
Kayseri sınırları içindeki Erciyes Dağı'nın güneyinde yer alan Fraktin, Taşçı ve İmamkulu kaya anıtları tanrıların kutsanması, Büyük Kralın (Hattuşili III) ve Kraliçenin (Puduhepa) tanrılara minnettarlığını göstermesinin yanı sıra imparatorluğun gücünün sınırlarını gösteren birer propaganda anıtlarıdır.
Asurlular, Anadolu'nun çeşitli yerlerinde Karum Adı verilen ticaret merkezlerini kurmuşlardır. Bunların en önemisi Kapadokya sınırlarında yer alan Kültepe Karumudur. Kültepe civarındaki Mazaka şehri (Kayseri) ticaret bakımından Kneş'in yerine geçmiştir. Mezopotamyalı Asurlarla Hititler arasında ticari ilişkiler gelişmiş olmakla birlikte, Asurlar'ın il üzerinde bir etkisi yoktur.Bu bize, Asurlularla Hititler'in birbirine karışmadığını gösterir.
Gülşehir’de Hitit uygarlığına ait cesitli eserler bulunmaktadır. Eski adı Sivasa olan şimdiki Gökçetoprak köyündeki Hiyeroglif kaya yazıları ve eski ismi Göstesin olan şimdiki Ovaören Kasabası'ndaki yeraltı şehirleri, heykel, kaya yazıları bunları ispatlamaktadır. İlçenin halen mevcut Kepez tepesinde bulunan mağaralar Hititler tarafından oyulmuş ve yerleşim merkezi olarak kullanılmıştır.
Gulsehir
Aşıklı Höyük (mound): Archaelogical excavations discovered the first brick living quarters in Cappadocia in Asikli Höyük (mound), an extension of Aksaray' Ihlara Valley settlements. Yellow and pink clay plaster was used in making the walls and floors of the houses, some of the most beautiful and complicated architectural exampless of fırst towns.
They buried the dead in the Hocker position, like a fetus in the womp, on the floor of their houses. According to Prof. U. Esin, who researched at Aşıklı Höyük, a population greater that had been previously theorized is revealed by the abundance and density of the settlements in these areas in the Aceramic Neolitic Period.
No where else in Anatolia can the unique obsidian tools be found like those from Cappadocian Mound.Figurines, made from lightly baked clay, were unearthed together with flat stone axes wrought in many fine shapes, chisesls and coulters made from copper, ageta and other different kinds of stones.
Evidence provided by a skeleton found here indicates thet the earliest brain surgery ( trepanation ) known in the world was performed on a woman 20-25 years ofage at aşıklı Höyük.Köşk Höyük ( mound )
During excavations at Köşk Höyük, in the vicinity of Niğde, tools and weapones made from obsidian, silica, stone and bone have been found.The most important artifact to be found at this site is the mother goddess statuettes bellonging to the Neolithic and Chalcolithic ages In that age in Anatolia, the Mother Goddes statue, representing abundance and fertility, was both important and widespread.
CAPPADOCIA IN THE HISTORIC PERIODS
The central Asian province known as Cappadocia was rich in history, being the original home of the ancient Hittite culture. It was an inland territory, bordering several eastern provinces such as Armenia in the east, Mesopotamia, Cilicia and Syria to the south, Galatia to the west and Pontus to the north. The eastern region was largely mountainous, heavily influenced by volcanic activity, and consisted of flatter plains in the west, though situated on high plateaus.
Pro-Hittite and Assrian Trade Colenies Periods ( 3000BC-1750BC )
Mining reached its peak of development in Anatolia during the Early Bronze Age. Major developments were observed in Northern Anatolia towards the end of this period.
Sivasa, Gulsehir
Gec Hitit Kralligi (M.O. 1200-700)
Hititler'den sonra M.Ö. 900 - 800 yıllarında Frigyalılar Kapadokya'ya saldırarak bölgeyi egemenlikleri altına almışlardır. Gülşehir de bu saldırıdan etkilenmiştir. Friglerin Orta Anadolu'nun önemli kentlerinin hemen hepsini yıkarak Hitit İmparatorluğu'nu ortadan kaldırılmasından sonra Orta ve Güneydoğu Anadolu'da Geç Hitit Krallıkları ortaya çıkmıştır.
Kapadokya Bölgesi'ndeki Geç Hitit Krallığı ise Kayseri, Niğde ve Nevşehir'i içine alan Tabal Krallığı'dır. M.Ö. 9. yüzyılın ortalarında kurulmuş olan Yabal Krallığı bu egemenliğe de son vererek, Gülşehir de dahil Kapadokya'yı hakimiyeti altına almıştır. Bu döneme ait Gülşehir - Sivasa (Gökçetoprak), Acıgöl -Topada, Hacıbektaş - Karaburna Köyü'nde Hitit Hiyeroglifi yazılmış kaya anıtları bulunmaktadır.
Frigyalılar M.Ö.900-800 yıllarında Kapadokya’ya saldırarak egemenlikleri altına almışlardır. İlçe bu saldırılardan etkilenmiştir.Frigyalılardan sonra ilçeye Medler, Lidyalılar, Kimmerler, Helenler, Romalılar, Bizanslar, Araplar, İranlılar yüzyıllar boyu hüküm sürmüşlerdir.
M.Ö. 620 yılında Lidyalılar bölgede bulunan diğer devletlerin egemenliklerine son vermişlerdir.
Persler Donemi ve Kapadokya Kralligi (M.Ö. 585-332)
Kimmerler'in Frig egemenliğine son vermesi sonucu Anadolu'da Medler (M.Ö. 585), daha sonra da Persler (M.Ö.547) görülür. Persler bölgeyi 'Satrap' adını verdikleri valilerce yönettiler. Eski Pers dilinde "Katpatuka" olarak adlandırılan Kapadokya bölgesi, 'Cins Atlar Ülkesi' anlamına gelmekteydi. Persler, Zerdüşt dinine bağlı olduklarından ve ateşi kutsal saydıklarından bölgedeki volkanları, özellikle Erciyes ve Hasandağı'nı, kutsal saymışlardır.
Persler, Kapadokya'dan geçerek başkentlerini Ege'ye bağlayan 'Kral Yolu'nu geliştirmişlerdir. M.Ö. 360 yıllarında Makedonya Kralı Büyük İskender, Persler'in egemenliklerine son vererek Kapadokya'yı egemenliği altına almıştır. Makedonya Kralı İskender M.Ö. 334 ve 332 de Pers ordularını arka arkaya bozguna uğratarak bu büyük İmparatorluğu yıkmıştır.
Pers İmparatorluğu'nu yıkan İskender Kapadokya'da büyük bir dirençle karşılaştı. İskender, komutanlarından Sabiktas'ı bölgeyi denetim altına almakla görevlendirince, halk buna karşı çıktı ve eski Pers soylularından Ariarathes'i kral ilan etti. Çalışkan bir yönetici olan I. Ariarathes (M.Ö.332-322) Kapadokya Krallığı'nın sınırlarını genişletti.
İskender'in ölümüne kadar barış içinde yaşayan Kapadokya Krallığı, Roma'nın bir eyaleti olduğu M.S.17 yılına kadar varlığını korumak için Makedonyalılarla, Pontuslularla, Galatlarla, Romalılarla mücadele etmiştir.
Roma Donemi (M.S. 17- M.S. 395)
M.Ö. 225-118 yıllarında Roma İmparatorluğu Makedonya Krallığı'nı yenmiş, bütün Anadolu'ya hakim olmuştur Romalıların bölgede uygarlık yönünden pek faaliyetleri olmamıştır.
Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesiyle Kapadokya Doğu Roma İmparatorluğunun etkisi altında kaldı. İmparatorluğun ikiye ayrılmasından sonra Gülşehir (Arabsun) ve Kapadokya Bizanslıların (Doğu Roma İmparatorluğu) egemenliği altına girmiştir. Bizanslıların Hristiyanlığı kabul ettikten sonra yaptıkları eserlere bakarak Gülşehir'in isminin o zamanlar Zoropassos olduğu tespit edilmiştir.
7.yüzyılın ilk yıllarında Kapadokya'da Sasanilerle Bizanslılar arasında yoğun savaşlar oldu. Sasaniler bölgeyi 6 - 7 yıl kadar ellerinde tuttular. 651'de Halife Osman Sasanileri yıkınca bölge bu kez Arap-Emevi göçlerinin akınlarına uğradı.
M.S.17'de Tiberius Kapadokya'yı Roma'ya bağlayarak bölgedeki kargaşaya son verdi. Romalılar bölgeyi ele geçirdikten sonra batıya bir yol yaparak Ege'ye ulaşımı sağladılar. Bu yol hem askeri hem de ticari açıdan önemliydi.
M.S, I. ve 3. yüzyıllarda, Filistin'den kaçan ilk Hıristiyanlar, Bizanslılar'ın da hristiyan olmalarına dayanarak (Batı Roma İmparatorluğu'nun zulmünden saklanmak amacıyla) Kapadokya'ya gelmişlerdir. Filistinliler, yapısal olarak oymaya ve iskan edinilmeye uygun olan kayalara kiliseler, evler, manastırlar yapmışlardır. Örnek olarak Açıksaray, Büyükkale, Gümüşkent Yeraltı Şehri, Ozankaya, Kızılkatma gibi yerleri gösterebiliriz. Tüm bunlar yöremizdeki ilk Hıristiyan eserleridir.
Bu sırada Anadolu'da yayılmaya başlayan ilk Hıristiyanların bir kısmı büyük şehirlerden köylere göç etmeğe başladılar. Kayseri'nin önemli bir din merkezi haline geldiği 4. yüzyılda, kayalık Göreme ve çevresini keşfeden Hıristiyanlar, Kayseri Piskoposu da olan Aziz Basil'in dünya görüşünü benimseyerek kayalar içinde manastır hayatını başlattılar.
Roma egemenliği sırasında, yöreye gerek saldırı gerekse göç biçiminde doğudan gelenler oldu. Romalılar bu yeni gelenlere karşı 'Lejyon' adını verdikleri askeri birlikleriyle karşı koydu.
Uzun süredir devam eden mezhep çatışmaları III. Leon'un Müslümanlıktan etkilenerek ikonları yasaklamasıyla doruk noktasına ulaştı. Bu durum karşısında bazı Hıristiyan ikon yanlısı keşişler Kapadokya'ya sığınmaya başladılar. İkonoklasm hareketi yüz yıldan fazla sürdü (726-843). Bu dönemde birkaç Kapadokya kilisesi ikonoklasm etkisinde kaldıysa da ikondan yana olanlar burada rahatlıkla gizlenip ibadetlerini sürdürdüler.
Bu dönemde Gülşehir, Kapadokya hristiyan merkezi haline gelmiş; hristiyanlığı öğrenmek isteyenler Açıksaray'daki manastırlarda papaz, rahiplerce yetiştirilip başka yerlerde din görevlisi olarak çalışmışlardır.
İmparator Septimus Severus Dönemi'nde ekonomik bakımdan oldukça canlanan Kapadokya'nın merkezi Kayseri, daha sonraki yıllarda İran'dan gelen Sasaniler'in saldırılarına uğradı. Gordianus III bu saldırılara karşı şehrin etrafını surlarla çevirtti.
Bizanslilar Donemi ( M.S. 397- M.S. 1071)
Roma İmparatorluğunun ikiye bölünmesiyle Kapadokya Doğu Roma İmparatorluğunun etkisi altında kaldı. 7.yüzyılın ilk yıllarında Kapadokya'da Sasanilerle Bizanslılar arasında yoğun savaşlar oldu. Sasaniler bölgeyi 6 - 7 yıl kadar ellerinde tuttular. 651'de Halife Osman Sasanileri yıkınca bölge bu kez Arap-Emevi göçlerinin akınlarına uğradı.
Gülşehir M.S. 3 ile 8. yüzyıllar arasında Kapadokya’nın dini başkenti olarak kalmış ancak, Açıksaray rahiplerinin 8. yüzyıl sonunda başlayan kiliselere resim yapma akımını kabul etmemeleri üzerine bu unvanı kaybetmiştir.
Gülşehir (Zorapassos) M.S, 10. yüzyılda dini merkez olma özelligini kaybetmiş; Göreme; Gülşehir'den boşalan bu dini merkez olma özelliğini doldurarak onun yerini almıştır.
Selcuklular Donemi (1071-1299)
Oğuz Türklerinden Selçuk Bey'in kurduğu Selçukluların anavatanı Orta Asya'dır. 10. yüzyılda kuzeye doğru yayılan İslamiyet'i kabul eden Selçuklular, İslamiyet'i kabul etmemiş kavimlerle sürekli mücadele ederek egemenlik alanlarını genişletmeye çalışmışlardır.
Bizans İmparatoru Romanos Diogenes'in Selçuk Bey'in torununun oğlu Alparslan'a 1071 yılında yenilmesi Bizans'ın gerilemesine, Anadolu'da yeni bir dönemin başlamasına neden olmuştur. Malazgirt Savaşı’nda, Türkler büyük zafer kazanınca Anadolu’nun kapıları Horasan’dan gelen akıncılara açılmıştır. Alparslan’ın komutanı Afşin Bey’de Anadolu’nun şehir ve kasabalarını Türk egemenliğine katmıştır.
1075 yılında Anadolu Selçuklu Devleti kurulur. 1082'de Kayseri fethedilir ve böylece Kapadokya Selçuklu hakimiyetine girer. Hıristiyanlığın önemli yerleşim ve yayılma alanı olan Anadolu, bundan böyle Kuzey Afrika'dan, Ortadoğu ve Yakındoğu'ya kadar uzanan İslam bölgelerine dahil olmuştur. Anadolu'nun Selçuklu Türkleri tarafından fethi, patrikhanenin idari etkinliğini etkilememiştir. Çünkü 13. yüzyıla ait İhlara Bölgesi'ndeki Aziz George Kilisesi'nin yazıtlarında Selçuklu Sultanı II. Mesud ve Bizans İmparatoru II. Andronicus'un adlarından övgüyle bahsedilmektedir.
1080 yılında Süleyman Şah Konya’yı başkent yaparak Anadolu Selçuklu Devletini kurar. 1082 yılında Kayseri ve civarı (Kapadokya) Türklerin eline geçer. Fethedilen yerlerde bir çok Kervansaray, Medrese, Cami ve Türbeler inşa edilir. Türklerin Anadolu’ya hakimiyeti ile birlikte çeşitli şehirlere kurulmuş Piskoposluk merkezleri Konstantinopolis’e (İstanbul) taşınır. Bununla birlikte Hıristiyanlık için çok önemli bölge olan Kapadokya, popülaritesini kaybeder. Kapadokya’da kurulu din okullarının ve manastır hayatının son bulması ile Kapadokya Hıristiyanlarının çoğu bölgeyi terk eder. Kalanlar ise toplu olarak köylerde yaşamaya başlarlar ve ibadet edebilecekleri sayıdaki Kiliselerini kullanırlar. Daha sonra bölgeye gelen Türklerde hıristiyanların oturduğu köylerdeki boş evlere yerleşerek ortak bir yaşam sürdürürler.
Her ne kadar farklı bir dine sahip olsalar da, hiçbir zaman Anadolu’da yaşayan Hıristiyanlar Selçuklu Türkleri tarafından tehdit veya baskı altında bırakılmamışlardır. 13.yy.da orta Anadolu’ya gelen Mevlana ve Hacı Bektaşi Veli gibi ünlü Türk düşünürlerininde katkıları ile bu iki farklı din mensubu insanlar büyük bir uyum ve dostluk içinde yaşamışlardır. Buna en iyi örnek, Çavuşin köyünde bulunan Vaftizci Yahya Kilise’sine 20 m. Uzaklıktaki 13.yy.da yapılan Selçuklu dönemine ait camidir. Buna benzer örnekleri Kapadokya köylerinde sıkça görmek mümkündür. Hatta ve hatta yine Selçuklu dönemine ait kiliseleride görebiliriz.
1212 tarihinde Gülşehir'in Mengüçoğulları hakimiyeti altında olduğu fakat bu tarihte Anadolu Selçuklu Sultanı Alaattin Keykubat'ın Mengüçoğulları'nın son temsilcisi olan Muzafferiddün Mehmet Berham'ı yenerek Gülşehir'i kendi ülkesine kattığı kaynaklarda belirtilmiştir. Kapadokya Selçuklu Türkleri'nin hakimiyetine girdikten sonra, Gulsehir'in Zoropassos ismi Arabson haline dönüşmüş, daha sonra da Arabsun denilmiştir.
13.yüzyılın sonunda Anadolu Selçuklu Devletinin zayıflaması üzerine Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde beylikler ortaya çıkar.Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra ilçeye hakim olan devlet ve beylikler sırasıyla ; İlhanlılar, Eratna Beyliği, Karamanoğulları ve Osmanlı Devleti’dir.
1308 yılında Moğolkökenli İlhanlılar Anadolu'yu istila eder ve Kapadokya Bölgesi'nin önemli bir kenti olan Kayseri de yıkılıp tahrip edilir. Selçuklu sultanları Moğol yönetiminin etkisi altında kalırlar ve bağımsız hareket edemezler. Anadolu artık Türk boylarının kurduğu beylikler halinde idare edilecektir.
The remains of the palace of the city of the Pterians (current Kerkenes, Yozgat, Turkey), the present Euyuk, are probably later than the reign of Tiglath-pileser, and may be attributed to the Xth or IXth century before our era; they, however, probably give a very fair idea of what the towns of the Cappadocian region were like at the time of the first Assyrian invasions. Source: History of Egypt, Chaldea, Syria, Babylonia, and Assyria, by G. MASPERO.
Between 2000BC and 1750BC Assyrian merchants from Northern Mesopotamia formed the first commercial organizations by establishing trade colonies in Anatolia.
The center of these colonies was at Kanesh Kharum near Kültepe in Kayseri province. Another important commercial market place referred in documents is the Kharum Hattush at Boğazköy.
Anatolia was rich in gold, silver and copper, but lacked tin, essential for the manufacturing of bronze as an alloy. For this reason tin was one of the major trading materials, as well as textile goods and perfumes. The merchants had no political dominance, but were protected by the reginol Beys.
Fortunately for the Assyrian merchants, writing was seen for the first time in Anatolia. From the '' Cappadocia tablets'', cuneiform clay tablets on wich ancient Assyrian was written, it has been learned that merchants paid a 10 % road tax to the Bey, received a 5 % tax to the Anatolian kings for goods they sold. The same tablets tell us that they sometimes married Anatolian women, and the marriage agreements contanied clauses to protect the women from their husbands.
Assyrian merchants also introduced cylinder seals, metallurgy, their religious beliefs Goods and temples to Anatolia. Native Anatolian art flourished under the influence of Assyrian Mesopotamıc art, eventually developing an identity of its own. During the following ages this developed into the fundamentals oh Hittite art.
Hittite period ( 1750-1200BC)
The Hittites, coming from Europa via the Causcasus, and setting in Cappodacia around 2000BC, formed an Empire in the region merging with the native people of the area. Their language was of Indo-European origin.
Hitit Gunesi (Hittite Sun Discs)
The capital of the Hittite kingdom was at Hattushash (Boğazköy), and the other important cities were Alacahöyük and Alisar. In the Cappadocia region, engraved stone monuments dating back from the Imperial period can be found near water sources and strategic routes. By means of these rock monuments the routes used by the Hittite kings to reach the southern countries can be determined.
Within the borders of Kayseri, located to the south of Mount Erciyes, are the rock monuments of Franktin, Taşçı and İmamkulu, serving several purposes; they were intented to venerate the goods, to show the gratitute of the great King ( Hattusili III ) and queen ( Puduhepa ) to the Goods; as well as to show the extent of the Empire' s power.
Hitit Manastiri, Guvercin Vadisi (Hittite Temple, Pigeon Valley), Goreme
Late Hittite Kingdom (1200-700BC)
After the Phrypians destroyed all the important towns in central Anatolia eliminating the Hittite Empire, fragments of the late Hittite Kingdoms sprang up around central and Southeast Anatolia.
The late Hittite Kingdom in Cappadocia was the Tabal kingdom which extended ower Kayseri, Nevşehir and Niğde. Rock monuments from thisage, with Hittite hieroglyphics can be found at Gülşehir-Sivasa ( Gökçetoprak ), Acıgöl-Topada, and Hacıbektaş- Karaburna.
Persian Period and The Kingdom of Cappadocia (585BC-332BC)
The Cimmerians ended the Phrygian reign in Anatolia, and were then followed by the Medes (585BC). The Persians divided the empire into semi autonomous provinces as ''Satraps'', In the ancient Persian language, Katpaduka, the word for Cappadocia , meant ''Land of the well bred horses''. Since the regilion they were devoted to was the Zoroastrian religion and fire was considered to be divine, the volcanoes in the area, Erciyes and Hasandağ were sacred for them.
The Persians came to power in the mid 6th century BC and ruled for over 200 years, establishing a more permanent government system, entrusting it mostly to local nobles. The Persians also allowed the Cappadocians more freedom in cultural practice, allowing them to worship their fire god and hold the volcanoes of the region as sacred.
It was the Persian word Katpatuka or "land of the well bred horses" that eventually came to identify the region, but they allowed the locals to practice their own languages freely.
The Persians constructed a ''Royal Road'' connecting their capital city to the Aegean region passing through Cappadacio.The Macedonian King Alexander defeated Persian armies twice, in 334 and 332 B.C., and conquered this great Empire.
Osmanli Donemi (1300-1923)
14. asrın tamamıyla 15. asrın ilk yarısında Konya, Kayseri, Niğde, Sivas, Kastamonu, Sinop, Ankara, Kutahya, Birgi, Tire, Peçin (Milas), Bursa, İznik, Ladik (Denizli), Gülşehir (Arabsun), Kırşehir, Amasya gibi başlıca Anadolu şehirleri birer ilim merkezi olmuşlardır.
14. ve 15. asırlarda Gülşehir ilim merkezi haline gelmiş , yine o asırlarda yetiştirmiş olduğu şahsiyetlerle fikir cereyanlarına katkıda bulunmuştur.
Gülşehirli Şeyh Ahmet Gülşehiri bu dönemde yetişmiş ozanlardandır. Gülşehir'li Şeyh Ahmet tarfından 1317'de yazılmış olan Felekname ve kendi Şeyhi Ahi Evren'in menakıbine dair kaleme aldığı manzum (Keramatı Ahi Evren), Mevlana Celaleddin 'i Rumi'den mülhem olarak ilavelerle süslenen Feridüddin Attar'ın Mantıku't-tayr tercemesinden Gülşehri'nin Fıkıh'tan manzum (Kuduri) isimli bir eserinin daha olduğunu anlıyoruz.
Zoropassos, Yarabistan, Arapsun gibi adlarla çağlar geçirmiş olan Gülşehir, 15. yüzyıldan sonra Osmanlılar zamanında küçük bir köy olarak kalmıştır. Gülşehir, 1584 yılında Uçhisar nahiyesine bağlı 30 hanelik bir köydür. Halkının tamamı müslümandır.
Kapadokya, Osmanlı yönetiminin ilk yılları barış içinde ve sessiz bir biçimde yaşamıştır. Bu durum, Kanuni Sultan Süleyman'ın tahta çıktığı zaman, hazine gelirlerini artırmak için yaptırdığı yeni bir arazi tahririne kadar sürmüştür. İl yazıcılarının bir kısmı arazi ölçümlerini ve ürün miktarını fazla göstererek vergi miktarını artırınca bazı dirlik sahiplerinin toprağı elinden alınmış ve bu durum halk ile asker arasında huzursuzluğa neden olmuştur.
Ayrıca 1582'den itibaren başlayan İran seferleri tımar düzenini bozmuş, dirlik sahiplerinin isyanına neden olmuştur. Celali isyanları olarak bilinen ve dirlik sahiplerinin ailelerini ve topraklarını bırakıp savaşa gitmeyi reddetmeleriyle alevlenen bu isyanlar Kapadokya'da etkili olmuştur.
Osmanlı döneminin ilk yıllarından 17 yüzyıla kadar Kapadokya bölgesinin en önemli merkezi Ürgüp olmuştur. Kaynaklar 1530'da Ürgüp'ün 6 mahalleden oluşan ve 213'ü Müslüman, 35'i diğer dini ve etnik tebadan toplam 248 haneye sahip bir kasaba olduğunu söylemektedir.
17. yüzyıla kadar Nevşehir, eski adı Nissa olan Muşkara Köyü olarak bilinir.Burası Niğde'ye bağlı Ürgüp, kasabasının 18 hanelik bir köyüdür. Muşkara'nın (Nevşehir) iskan durumunun XVI. yüzyıldan XVIII. yüzyıla pek fazla bir değişiklik göstermediği gözlemlenmektedir. Ancak, Damat İbrahim Paşa'nın Osmanlı Sadrazamı olmasıyla bölgede önemli bir canlanma ve yenilenme yaşanmıştır. Lale Devri'nin önemli Sadrazamlarından Damat İbrahim Paşa, Muşkara'da bu döneme yakışır yenilikler uygulamıştır. Örneğin, Muşkara'yı mimari yapılarla donatmış, imar ve iskanını tamamlamış ve Niğde Sancağı'na bağlı bir kaza haline getirdikten sonra adını Nevşehir olarak değiştirmiştir.
14.yüzyılın tamamıyla 15. Yüzyılın ilk yarısında Anadolu’nun belli başlı ilim merkezleri başında yer alan Gülşehir gerçek manadaki gelişimini Osmanlılar zamanında 1. Abdülhamit’in sadrazamlarından Karavezir Seyit Mehmet Paşa’nın memleketine olan düşkünlüğü ve yaptığı yatırımlar ile gerçekleştirmiştir.
Bugünkü Gülşehir'in kurucusu ise Karavezir Lakabıyla bilinen Silahtar Seyit Mehmet Paşa'dır. Eski adı Arapsun olan Gülşehir, 1584'te Uçhisar nahiyesine bağlı olup 30 hanelik bir köydür. Silahtar Mehmet Paşa, burada bir cami ve bir medrese yaptırmış kasaba nüfusunun artması sağlanmış ve ardından Arapsun adı Gülşehir olarak değiştirmiştir. Karavezir Seyit Mehmet Paşa’nın ölümünden sonra ilçe yeniden Arapsun olarak anılmaya başlanmıştır.
Padişah I. Abdulhamit zamanında Sadrazamlığa kadar yükselen Karavezir Silahtar Seyyid Mehmet Paşa 1777-80 yıllarında doğum yeri olan Gülşehir'i kalkındırmak amacıyla; altı çeşme, bir cami, bir medrese, bir han, bir hamam ve sübyan mektebi (ilkokul) yaptırarak önemli bir külliye bırakmıştır. Bu gelismeler kasaba nüfusunun artmasını sağlamış ve ardından Arapsun olan adını Gülşehir olarak değiştirilmiştir.
O zamana kadar küçük bir köy olan Gülşehir'e bunlar yapıldıktan sonra devlete baş vurup, Ürgüp ve Nevşehir'den bağlılığını kesip, başlı başına bir kaza olmasını talep etmiş; bu talep üzerine incelemeye gelen bir heyet (1777) incelemeyi yerinde bularak kaza olmasına karar vermiştir
Osmanlı Devleti'nin 1840 yılındaki resmi kayıtları Nevşehir ve Ürgüp'ün Niğde Muhassıllığı'na bağlı olduğunu göstermektedir.1847'deki idari yapılanmada Nevşehir, Konya eyaletine bağlı livalardan biri haline getirilmiştir. 1849 kayıtlarında sancak merkezinin Niğde'ye taşınmasından söz edilmektedir.
1867 Vilayet Nizamnamesi'ne göre Nevşehir Livası Kazaya dönüştürülerek Konya Vilayeti'nin Niğde Sancağı'na bağlanmıştır. Bu dönemde Niğde Sancağı'nın Nevşehir, Ürgüp, Aksaray, Kırşehir ve Yahyalı olmak üzere beş kazası bulunmaktadır. Kısaca idari hiyerarşi şu şekildedir.
Konya Eyaleti, Niğde Sancağı, Nevşehir ve Ürgüp kazaları ve bunların köyleri. Nevşehir'in idari statüsü, 1918 'e kadar değişmemiştir.
Buna karşın, 1896 yılında Arapsun (Gülşehir) Niğde Sancağı'na bağlı bir kaza haline getirilmiştir.Avanos,bu yüzyılda Ankara Vilayeti'nin Kırşehir Sancağı'na bağlı bir kaza, Hacıbektaş ise yine aynı vilayete ve sancağa bağlı olan birer nahiye durumundadır.
Kapadokya bölgesi milli mücadele yıllarında mütareke'nin belirlediği paylaşım alanlarının dışında kaldığı için önemli bir olaya sahne olmamıştır. Bununla birlikte Dellaczade Hacı Osman Efendi Sivas Kongresi'ne Nevşehir delegesi olarak katılmış,memleketinde Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti'nin şubesini kurmuş ve milli mücadeleye katılımı sağlamıştır.
Başka bir olay da Mustafa Kemal'in 1919'da Hacı Bektaş-ı Veli Tekkesi'ne gelerek tekke şeyhi ve çelebisi ile görüşmesidir.Bu görüşmenin ardından Anadolu'daki tüm Bektaşi tekkeleri milli mücadeleye destek kararı almış ve bu tekkeler karargah gibi çalışmıştır.
Kapadokya Bölgesi, Osmanlı Dönemi'nde de oldukça sakindi. Nevşehir, Damat İbrahim Paşa Dönemi'ne kadar Niğde'ye bağlı küçük bir köydü. 18. yüzyıl başlarında özellikle Damat İbrahim Paşa zamanında Nevşehir, Gülşehir, Özkonak, Avanos ve Ürgüp'te imar hareketleri gelişmiş; camiler, külliyeler, çeşmeler yaptırılmıştır. Özkonak kasabasının merkezinde Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selimdin doğu seferi sırasında (1514) yapılan köprü, Nevşehir'deki erken Osmanlı yapısı olması açısından önemlidir.
Osmanlı Dönemi'nde de Selçuklu Dönemi'nde olduğu gibi yörede yaşayan Hıristiyanlara karşı hoşgörülü davranılmıştır . Ürgüp/Sinasos'taki 18.yüzyıla ait Konstantin - Eleni Kilisesi, Gülşehir'deki 19.yüzyıla ait Dimitrius adına yapılan kilise ve Derinkuyu'daki Ortodoks Kilisesi bunun en güzel örnekleridir.
Cumhuriyet Donemi (1923-2008)
1924 yılına kadar ilçede Rumların oturdukları bilinmektedir. 1924 Türk –Yunan mübadelesi sırasında bölgedeki Rumlar buraları terk etmişler ve böylece ilçedeki Hıristiyanlık tarihi de sona ermiştir. 1881-1882 tarihleri arasında yapılan Osmanlı nüfus sayımına göre Gülşehir’de Müslümanlardan sonra en kalabalık dini ve etnik grup Ortodoks Rumlardır. Bu nüfus sayımına göre Gülşehir nüfusunun dinlere göre dağılımı şöylerdir.
1-Müslüman : 11.029
2-Ortodoks Rum : 3.934
3-Gregoryan Emeni : 20
Toplam :14.948
(1994 yılında yapılan araştırmalarda Gülşehir’de nüfusa kayıtlı bir Hıristiyana rastlanmış ancak , bu kişinin sonradan Müslüman olduğu öğrenilmiştir.)
Cumhuriyet sonrasında gelişip büyüyen,Niğde'ye bağlı bir ilçe olan Nevşehir'e 1954 yılında il statüsü verilmiştir.
Cumhuriyet devrinde Niğde il olunca, Gülşehir Niğde'nin bir ilçesi olmus, ilk olarak Karavezir Seyyid Mehmet Paşa zamanında Gülşehir adı konulan ilçemiz daha sonraları yeniden Arapsun olarak anılmaya başlanmış ve son olarak 1948 yılında alınan Bakanlar Kurulu kararıyla bu karmaşaya son verilerek Gülşehir ismi resmiyet kazanmış ve herkes tarafından benimsenerek kullanılmaya başlanmış, 1954 yılında da İlçelik unvanını almıştır.
Gulsehir
After bringing the Persian empire to an end, King Alexander met with great resistance in Cappodacia. When Alexander tried to rule the region through one of his commanders named Sabictus, the people resisted and declared Ariarthes, a Persian aristocrat, king. As an industrious ruler, Ariarythes I (332-332B.C.) extended the borders of the Cappadocian kingdom.
The enmity between the Macedonian king Alexander the Great and the Persian King Darius would eventually unravel eastern control of the territory, as Alexander spread Hellenistic control. Alexander never visited Cappadocia in any official capacity, satisfied with tributary allegiance and free to continue his eastern march.
The kingdom of Cappadocia lived in peace until the death of Alexander. After the death of Alexander in 323 BC, administration of Cappadocia fell to the dynasty of Ariarathes. His family line would rule the kingdom until 93 BC, and were responsible for the establishment of positive relations with Rome.
Under Ariarathes IV, Cappadocia supported Rome in the early 2nd century BC against Perseus of Macedonia, son of Philip V. Having won the faith of the growing power of Rome, the Cappadocians remained on favorable terms with independent status for the next two centuries.They aided Rome against the Seleucids of Syria and later took part in a great defeat against Aristonicus of Pergamum. Instability in the region, and the rise of Mithridates of Pontus, brought war to the entire Asian world, and the Cappadocians fought valiantly in defense of their own independence. Pompey's final victory established new independence for Cappadocia in 63 BC under a new dynastic King, started by Ariobarzanes.
In the civil wars that ended the Roman Republic, the Cappadocians played a dangerous game with the powers that were in Rome. At first, they understandably supported their benefactor Pompey against Caesar. After his victory at Pharsalus, they switched sides in support of Caesar and maintained their own autonomy. In the civil war that erupted between Caesar's assassins, Antony and Octavian, they first supported Brutus and Cassius who held firm control of the eastern provinces. After their defeat, their allegiance went over to Antony and finally to Octavian after he came to dominant the entire Roman world. Cappadocia maintained independence as a client state until 17 AD, when the Emperor Tiberius formally incorporated it into an official province of the Empire.
Roman Period (17AD-395AD)
The wars came to an end in 17AD when Tiberius conquered Cappodacia and placed it under Roman rule. After the conquest, the Romans reconstructed the road to the west which was of both commercial and military significance. During the Roman era the area saw maney migrations and attacks from the east. The area was defended by Roman military units know as '' Legions''.
During the reign of Emperor Septimus Severus Cappodacia's economy flourished, but later the capital, Kayseri (Caesara) was attacked by Sansanid armies from İran.
Emperor Gordianus III ordered the construction of defensive city walls.
During this time some of the first Christians were moving from the big cities to villages. In the 4th century, when Kayseri was a flourishing religious centre, the rocky surroundings of Göreme were discovered and adopting the teachings of St.Basil, Bishop of Caesarea (Kayseri), the Christians began to lead a monastic life in the carved out cliffs and fairy chimneys of Cappodacia.
During the course of the Roman Imperial period, Cappadocia maintained itself as a largely peaceful and uneventful place on the interior, but also served as an important border with eastern enemies.
Under Vespasian and continuing well into the Byzantine years, Legio XII Fulminata was garrisoned at Melitene, which became an early bastion of Christianity. Legio XV Apollinaris was stationed at Satala along the border with Armenia and Legio XVI Flamia Firma guarded Samosata on the border with Mesopotamia and the Euphrates River. Also of military importance in the province was the presence of the eastern Black Sea naval base at Trapezus. Though smaller in stature than other Imperial naval bases, this one formed the eastern most facility of note in the Empire.
Byzantine Period ( 397AD-1071AD)
When the Roman Empire divided into west and east, Cappodacia fell under the Eastern Roman Empire. In the early 7th century there were severe wars between the Sassanid and Byzantine armies, and for 6 or 7 years the Sassanids held the area, In 651 Caliph Omer ended the domination of the Sassanids, and the Arap Ommiades began to attack.The long lasting religious debates among sects reached a peak with the adoption of the Iconoclastik view by Leon III, who was influenced by Islamic traditions. Chiristian priests and monks who were in favour of icons began to take refuge in Cappodacia. The Iconoclastic period lasted over a century ( 726-843 ).
During this time although several Cappodacian churches were under the influence of iconoclasm, the people who were in favor of icons were able to continue to worship comfortably.
The Seljuk Period ( 1071-1299)
The native land of the Seljuks, established by Seljuk Bey from Oğuz Turks, was central Asia.The Seljuks, who converted to ıslam spreading towards north in the 10th century, tried to extend their power finghting againts the tribes which had not been converted.The defeat and the capture of the Byzantine Emperor Romanos Diogones in 1071 by Alparslan, the great grandson of Seljuk Bey, resulted in the decline of the Byzantine Empire and the beginning of a new era in the history of Anatolia.
In 1075 the Anatolian Seljuk State was founded. In 1082 Kayseri was conquered by Turks and Cappodacia came under Seljuk rule.Anatolia, which was an important region where Christianity had spread, became part of Islamic world which covered a large area; from North Afrika, to Middle Asia and to the Near East. The conquest of Anatolia by Seljuk Turks did not influence the administrative authority of the patriarchy. We know this because in inscriptions from the 13th century found in the church of St George in the Ihlara region, names of the Seljuk Sultan Mesut II and the Byzantine Emperor Andronicus are treadet with admiration.
As a result of the decline oh the Anatolian Seljuk state at the end of the 13th century, small beyliks (domains of minor rulers) came into being in diffrent parts of Anatolia. In 1308, the Ilkhanids, of Mongolian origin, invadid Anatolia and destroyed Kayseri, one of the important cities in the Cappodacia Region. Sejuk Sultans were controlled by the Mongolians and could not act independently. From then on, Anatolia was administered by the beyliks founded by different Turkish tribes.
Ottoman Period (1300-1923)
The region of Cappodacia was very peaceful also during the Ottoman Period. Nevşehir was a small village in the province of Niğde until the time of Damat İbrahim pasha.At the beginning of the 18th century, especially during the time of Damat İbrahim Pasha, places like Nevşehir, Gülşehir, Özkonak, Avanos and Ürgüp prospered and mosques, külliyes (a collection of buildings of an instituon, usually composed of schools, a mosque,mental instituons, hospital, kitchen,etc.) and fountains were built.
The bridge in the centre of the town of Özkonak, which was built during Yavuz Sultan Selim's campaing to the east (1514), is important in terms of being an early Ottoman Period building in the province of Nevşehir.
The Christian people living in the area were treated with tolerance in the Ottoman Period as in the Seljuk Period. The 18th century church of Constantine Helena in Sinasos-Ürgüp, the century church built in honor of Dimitrius in Gülşehir and the Ortodox Church in Derinkuyu are some of the best examples of this tolerance.
Gulsehir Dimitrius Orthodox Church (Rum Kilisesi)
Müslüman Türk İzleri
9.yüzyılda Kapadokya Hıristiyanlığın önemli merkezlerindendir. Müslüman Türk topluluklarının Ayadolu'ya yerleşmeye başlamasıylabölgenin etnik ve dini yapısında değişim yaşanma başlanmıştır.Hıristiyanlık Türk egemenliğinden sonra da yörede varlığını sürdürmüştür.
1924 nüfus mübadelesine kadar bölgenin nüfusu Müslümanlardan ve Ortodoks Rumlardan oluşmaktadır. 11. yüzyılda önemi azalan dini merkezlerin 13. yüzyılda tekrar canlanmaya başladığı görüür.Bunda Anadolu Selçuklu Devletinin hrıstiyanlara tanıdğı dini özgürlüklerin etkisi büyüktür.
Ancak, 13. yüzyılda yapılan freskler,öncekilerin kötü birer kopyasıdır. Bu dönemde yörede yaşayan hıristiyanların Bizans kültür merkezleriyle ilişkileri azılmış,geleneksel süsleme sanatları unutulmuştur. Bir süre sonra Kapadokya Hıristiyanları dil bakımından da Türkleşmişler,Rumcayı unutmuşlardır.
Texier,Ürgüp'te yaşayan rumlarla ilgili olarak, bunların Batı Anadolu Rumlarından tamamıyla ayrıldığını, dillerinin Türkçe, dinlerinin hıristiyanlık olduğunu yazmaktadır. Kapadokya bölgesine 11. yüzyıldan itibaren gelmeye başlayan Müslüman Türkler, 18. yüzyılda Damat İbrahim Paşa'nın yürüttüğü bayındırlık ve nüfus politikalarıyla bölgede çoğunluk haline gelmişlerdir.
Selçuklu uygarlığı sağlam ve bakımlı yolları,taş köprüleri, kervansarayları, cami, medrese, kütüphane, hamam ve saraylarıyla Ortaçağ'ın ileri bir medeniyetidir. Selçuklularda mekan ve kültür birliği Roma ve Bizans uygarlıklarında olmayan yeni bir boyut kazınmıştır. Romalılar,taş yollarla mekan birliği sağlamışlar ancak birinin Kapadokya'da bulunduğu 25'e yakın eyalette toplumlar yaşamlarını eskisi gibi sürdürmeye devam etmişlerdir.
Türk, Arap, İran, Anadolu ve Bizans kültürlerinin yeni bir sentezi olan Selçuklu kültürü daha önce sağlanamayan birliği sağlamıştır. Selçuklular bu kültürlerden etkilenmiş ancak kendi orjinal kültürleri de geliştirmişlerdir. Selçuklu sanatının özgünlüğünü Orta Asya'dan getirdikleri öğeler oluşturur. Türbeler,Türk çadırının taş yapılara dönüştürülmüş yeni bir yorumudur. Çinicilik,ağaç işçiliği,minyatür bir sentezin ürünüdür.
Selçuklular'ın Kapadokya'daki en belirgin izleri, ticaretin gelişmesinin hem medeni hem de sonucu olan kervansaraylardır. Kervansaraylar savaş zamanında kuleleri ve yüksek duvarları ile kale olarak savunma hizmetinde kullanılmışlar, diğer zamanlarda seyahat eden tacirlere konfor ve emniyet sağlamışlardır. Anıtsal giriş kapılarının mimarlık süsleri Selçuklu-Türk sanatının en özgün yönüdür. Gerek yüksek kapıları gerekse kapıların süsleme unsurları bakımından gotik tarzda yapılmış kiliselerle benzerliği dikkat çekicidir. Kuzey Avrupa'da moda olmuştur.
Ayrıca Selçuklular zamanında özellikle şehir merkezlerinde, Kapadokya Bölgesinin imar faaliyetlerine önem verilmiştir. Kapadokya'nın 1515 yılında Osmanlı topraklarına katılmasıından sonra Özkonak'ta Yavuz Sultan Selim tarafından yaptırılan köprü dışında yörede önemli bir mimari esere rastlanmamaktadır.
Özellikle Nevşehir'in mimari ve zenginleşmesi 18. yüzyılda Damat İbrahim Paşa eliyle gerçekleşmiştir. Damat İbrahim Paşa küçük bir köy olan Muşkara'yı bayındırlık eserleriyle donattıktan sonra,buraya kişiliğine ve dönemine uygun olarak Nevşehir adını vermiştir.
Damat İbrahim Paşa dışında Karavezir lakaplı Seyyid Mehmet Paşa da memleketi olan Gülşehir'de (Arapsun) önemli eserler bırakmış olan bir Osmanlı sadrazamıdır. Ancak, sadrazamığın ilk yıllarında hayatını kaybettiği için,başlattığı imar faaliyetleri yarıda kalmıştır.
Kapadokya'nın müslüman Türk toplumlara ev sahipliği yaptığı dönemde iki kişi vardır ki,hem bölgenin hem de genel olarak toplumun ve devletin kaderi üzerinde etkili olmuşlardır. Bunlardan biri Hacı Bektaş-ı Veli,diğeri Osmanlı Devletinin Lale Devri Sadrazamı Damat İbrahim Paşa'dır
Kapadokya Tarihi
60 milyon yıl önce 3. Jeolojik devirde Toroslar yükseldi. Kuzeydeki Anadolu Platosu'nun sıkışmasıyla yanardağlar faaliyete geçti. Erciyes, Hasandağı ve ikisinin arasında kalan Göllüdağ, bölgeye lavlar püskürttü. Platoda biriken küller yumuşak bir tüf tabakası oluşturdu. Tüf tabakasının üzeri yer yer sert bazalttan oluşan ince bir lav tabakasıyla örtüldü. Bazalt çatlayıp parçalara ayrıldı. Yağmurlar çatlaklardan sızıp yumuşak tüfü aşındırmaya başladı. Isınan ve soğuyan hava ile rüzgârlar da oluşuma katıldı. Böylece sert bazalt kayasından şapkaları bulunan koniler oluştu. Bu değişik ve ilginç biçimli kayalara halk bir ad yakıştırdı: "Peri bacası".
Dimitrius Church, built in 1902-03 - Gulsehir
Gulsehir Dimitrius Rum Kilisesi dis ve ic mekanlari
Bazalt örtüsü olmayan tüf tabakları ise erozyonla vadilere dönüştü. İlginç şekilli kanyonlar oluştu. Daha sonraları insan eli, emeği ve duygusu işe koyuldu. Dokuz-on bin yıl öncesine ait yerleşimlerden ilk Hıristiyanların kayalara oydukları kiliselere, büyük ve güvenli yer altı kentlerine kadar uzun bir dönemde büyük bir uygarlık yaratıldı.
Hitit ve Frig mitolojisinde Kapadokya Nevsehir bölgesi volkan tanrilarinin olusturdugu, yagmur ve rüzgar tanrilarinin yumusak ve sihirli ellerinde
biçimlendirdigi, doganin yazip çizdigi ve bize bahsettigi büyülü bir masaldir. Doga ve tarihin Dünyada en güzel bütünlestigi yerdir.
Cografik olaylar Peribacalarini olustururken, tarihi süreçte, insanlar da, bu peribacalarinin içlerine konut oymus, kilise oymus ve fresklerle süsleyerek, binlerce yillik yasli medeniyetlerin izlerini tasimistir günümüze. Bu akilalmaz kültür hazinesini kurtarabilmek, baskalarina kaptirmamak için Miletli Thales bile, Lidya Krali'nin Pers istilalarina karsi koyabilmek için, Kizilirmak’i (Halys) ikiye bölerek orduyu karsiya geçirmis ve tarihteki ilk bilimsel hesaplarini yine buralarda gerçeklestirmistir.
Nevsehir Kapodokya’nin baskentidir. Ancak, Kapodokya'nin sohreti günümüzde öylesine artmis ve sinirlarindan öylesine tasmistir ki, Nevsehir'in adi Kapadokya'nin içinde kaybolmaya yüz tutmustur. Bu nedenle burada, Nevsehir bölgesinin tarihi-kültürel konumu bütünündeki yerini sunmayi amaçladik.
Avanos, Zelve, Göreme çevresinin tabii güzellikleri ve kültürel zenginlikleri yüzyillar boyunca tarih yazarlarinin ve seyyahlarinin ilgisini çekmistir. Kapadokya Persler döneminde "Katpatuka" adiyla anilmaya baslamis ve Katpatukka iyi at yetistirilen bölge anl----- gelmistir. Ancak kelimenin Hatti, Luvit, Hitit ve Asurlu oldugu tartismasi hala gündemdedir. Bu alanda at ve atçilikla ilgili kaynaklar da mevcuttur. Büyük Devlet zamaninda da (M.Ö 1460-1190), Hititler at yetistirmeye büyük onem veriyorlardi. Bu maksat için Mitanni memleketinden uzman at yetistiricileri getirttikleri ve onlarin tavsiyelerini tabletlere yazdirarak kusaktan kusaga naklini sagladiklarini anliyoruz. Gerçekten de Bogazköy Devlet arsivi arasinda Kikkuli isminde Mittanili genç bir at yetistirme uzmani tarafindan yazilmis bir eser ele geçmistir.
Xenophon M.Ö. 401'de Amasya’li Strabon M.S. 18 yillarinda, Nissa'li Gregoir M.S. 334-394'te ve yine Maçan'li (Göremeli) genç bagci (M.S 495-515) bize, yöre tarihi hakkinda önemli yazilar birakmislardir. Fransa Kraliyet Sarayi tarafindan Akdeniz ülkelerine geziler yapmakla görevlendirilen Paul Lucas da bu ilginç bölgeyi seyahatnamesinde yakin dönem Avrupasi’na tanitan ilk kisidir.
Kapadokya'dan Izlenimler
Dogu ülkelerinde, incelemeler yapmak üzere Fransa Krali XIV. Louis tarafindan görevlendirilen Paul Lucas, Agustos 1705’de, Ankara'dan Kayseri'ye giderken, Avanos ve Ürgüp çevresine geldiginde hayretler içinde kalir. Bölgenin adeta bir masal ülkesini andiran jeolojik yapisi, özellikle içinde insanlarin yasadigi ilginç kaya mekanlari, kiliseler ve içlerinin renkli dünyasi onu saskina çevirir.
Paul Lucas
Lucas, memleketine döndükten sonra, gezi notlarini iki ciltlik bir seyahatname halinde 1712'de Paris’de yayinlar; Kapodokya bölgesinde gördüklerini, hayal gücünü de katarak oldukça abartili bir anlatimla tasvir ederken: "...Kizilirmak’in karsi kiyisindaki eski yapi kalintilarini gördügümde, inanilmaz bir saskinliga düstüm. Bunlar çok sayida hiç görülmemis piramitlerdi. ... Hepsinin içinde güzel bir kapisi, yukari çikmak için güzel bir merdiveni ve tüm odalarin aydinlanmasini saglamak için büyük pencereleri vardi. Tek bir kaya kütlesinin içine üstüste oyulmus birçok daireden olusuyordu....Bunlarin sayisi iki ya da üç yüz degil, iki binden fazlaydi. Ilk önce bu piramitlerin eski ke?i?lere ait konutlar olabilecegini düsündüm. Gördügüm bu sekiller bana ke?i?lerin basliklarini animsatti. Fakat daha sonra baska degisik sekillerin de oldugunu farkettim." demektedir.
Bölgeden 1714 yilinda ikinci geçisinde de bu peri bacalarini "yok olmus antik bir sehrin mezarligi" olarak nitelendirdi. Bunun üzerine Kral XIV. Louis'in sarayinda büyük bir skandal patladi ve Paul Lucas'in yalancilik hastaligina (mithomanie) yakalandigina inanmaya basladilar, hatta bunun için Istanbul'daki Fransiz Büyükelçisi Comte Desalleurs'tan bu yöreye gidip Paul Lucas'in dogruyu söyleyip söylemedigini arastirmasini istedi. Mr. le Comte Desalleurs, olayin dogru oldugunu ve binlerce piramit seklinde yapinin varoldugunu dogruladi. Seyahatname yayinlandiginda Avrupa kamuoyunda büyük tartismalara yol açmistir. Gravürde görülen Ürgüp ve çevresi, o günün Avrupas’i için oldukça uzak bir diyardir. Üstelik Lucas'in yöre hakkinda verdigi bilgiler, Kapadokya konusunda antik kaynaklarda geçenlere de uymamaktadir. Paul Lucas'in bu fantastik tasviri Bati’da büyük ilgi çekmis ancak bazilarina inandirici gelmemis ve süphe ile karsilanmistir. Alman yazar C.M. Wieland (1733-1814) elestirilerini su cümlelerle dile getirmistir: "Herhangi eski bir yazarin kitabinda veya seyahatnamesinde en ufak bir bahsine rastlamadigimiz bu denli çok sayyda ev biçiminde oyulmus piramidlerin varligina inanmak imkansizdir."
Charles Texier
Ürgüp ve Göreme'nin daha gerçekçi tanimi ise bölgeye Lucas'tan yaklasik 130 yil sonra gelen Fransiz seyyah Charles Texier'e aittir. Fransa Hükümeti tarafindan Anadolu'da arastirmalar yapmakla görevlendirilen bu ünlü mimar, 1833 ve 1837 yyllarindaki seyahatleri syrasinda Kapadokya bölgesini de ayrintili bir sekilde ele almistir. Daha sonra Anadolu'daki gezi ve incelemelerinin sonuçlarini alti ciltlik "Description de I'Asie Mineure..." adli anitsal eserinde gravür ve planlariyla birlikte yayinlarken "...Doga, hiçbir zaman kendini bir yabancinin gözlerine böylesine olaganüstü bir sekilde sergilememistir. Dünyanin hiçbir bölgesinde böylesine sürekli ve daha düssel bir tabii olay varoldugunu duymadim." demektedir.
W. F. Ainsworth
Lucas'tan sonra bölgeye, Avrupali seyyahlar 19. Yüzyilda daha çok bilimsel amaçlarla ara?tirmalar yapmaya gelmisler ve bu degisik jeolojik yapi karsisinda saskinliklarini gizleyememislerdir. Ingiliz Seyyah W.F. Ainsworth, volkanik vadinin gerçek disi görünümünü söyle aktarir: "Nehir boyunca uzanan bir vadiden geçtikten sonra, kendimizi birden bire sonsuz bir karmasa halinde çevreleyen koni ve sütun biçimli kayalardan olusan bir ormanda bulduk. Çok eski ve büyük bir kentin harabelerini geziyor gibiydik. Bazi koniler üstte büyük ve sekilsiz kaya parçalari tasiyordu."
W. J. Hamilton
1837 yili Temmuz'unda bölgeye gelen ünlü Inngiliz jeologlarindan W.J. Hamilton "Kelimeler bu olaganüstü yörenin görünümünü anlatmaya yetmemektedir" diyerek Texier'in görünüsüne katilmaktadir.
Feldmaresal Moltke
1838 Ekim'inde Prusyali ünlü Feldmaresal Moltke, Kayseri'den Nevsehir'e giderken Ürgüp'e ugramis; "Dimdik ve magaralarla garip bir ?ekilde oyuk oyuk olmu? bir kayaligin üzerindeki eski bir kale, kasabanin tepesinden bakiyordu. Ürgüp'ün evleri tastan, son derece zarif yapilmistir... Ürgüp'ün arkasindaki yayla baglarla örtülüdür ve derin vadilerle bölünmüstür. Bunlarin yamaçlarinda eski duvar kagitlarda görülen resimler gibi garip kaleler yükselir" diyerek yörenin karakteristik dokusuna dikkat çekmektedir.
Texier'in 1862'de yayinlanan "asie Mineure" adli kitabinda kaya kiliseleri ile ilgili bilgiler daha genis bir sekilde yer alir. 1864'te ise Ingiliz mimar R.P. Pullan ile birlikte yayinladigi Bizans mimarisi ile ilgili eserde Ürgüp ve çevresindeki kaya kiliseleri de ayrintili bir sekilde yer almaktadir. Ingiliz W.J. Hamilton ise "Kelimeler bu olagan üstü yerin görüntüsünü tasvir etmeye yeterli degildir " cümlesi ile hayranligi belirtir. Bilimsel arastirmalar ve yayinlar 19. yüzilin sonlarinda baslamistir. Kapadokya bölgesinin fiziki yapisinin analizi ve tarihi kaynaklarinin tanitilmasi A.D. Mordtmann, W.M. Ramsey, J.R.S. Sterret ve Ch. Texier gibi bilim adamlari tarafindan gerçeklestirilmistir. 1907-1912 yillarinda G. de Jerphanion'in Kapadokya Kaya Kiliseleri adli anitsal eser, kaya kiliseleri, manastirlar ve içindeki duvar fresklerini sanat tarihi açisindan sistematik sekilde ele alan ilk büyük çalsmadir. 1958'de Fransiz Nicole Thierry ve Catherine Jolivet rahip Jerphanion'un incelemesinde bulunmayan kiliseleri nesrederek Kapadokyanyn bugünkü söhretine erismesine yardimci olmustur.
Bölgede Ilk Insan Izleri
Bölgede paleolitik izlere rastlanmakla birlikte bu tür kültürlerin tarihleri çok uzaga gitmemekte, belki son paleolitik dönemi temsil etmektedirler. Her halûkarda günümüze dek ele geçen veriler bu yöndedir. Bunun sebebi olarak da 'Würm' Buzulunun Anadolu platosunda uzun süre kalmis olmasi ve bilhassa volkan patlamalarinin insan yerlesimlerine müsaade etmemis oldugunu varsaymamiz gerekmektedir. Ancak tüm bu kanit eksikligine ragmen Kapadokya bölgesinin nehir kiyilarinin ve tatli su kaynaklarinin bol oldugu vadiler, ilk insan oturumlarina çok müsait dogal yasam kaynaklari sunmus olduklari açiktir. Çogu kez aaaal kullanimina bile gerek duymadan (zira daha sert bir tasla, örnegin obsidienle) kolaylikla oyulabilen tüf kayalarin insanlara sicak konut teskil etmis olduklarini düsünmek de yanlis olmayacaktir. Vadi kenarlarindaki yüksek kaya mekanlarin da korunmaya müsait oldugu açiktir. Biliyoruz ki yüzbinlerce yil insan topluluklari meyva toplayiciligi, av ve balik avciligi yaparak varliklarini sürdürmüsler ve suya olan hayati bagimlilikdan dolayi da nehir kenarlarina yerle?mislerdir. Bu baglamda Kizilirmak bu tarihi görevini kuskusuz sessizce yerine getirmistir. Ancak bunlari kanitlayacak izlere rastlanmamasi Kapodokya'nin yasayan dogasinin sonucu; zaman süreci içinde bu izlerin bir sonra gelenler tarafindan genisletilip tekrar oturuma sahne olmasiyla silinmekte, yok olmaktadir. Bu nedenle Kapodokya kaya mekanlari tarihlendirmek çok zor, hatta bazen imkansiz olmaktadir.
Kimler Geldi... Kimler Gecti...
Arkeolojik Bulgular
Gelveri yakininda Kita Avrupa'si kültürleri ile de baglantili bir prehistorik oldugu kadar Hitit döneminden de bölgede önemli yerlesimler ve eserlerin yani sira, Ürgüp'ün 8 km. güneydogusunda Avla Tepesinde Ingiliz arkeologlari paleolotik ve neolatik döneme ait tas aletler bulmuslardir. Ayni sekilde Ankara Ingiliz Arkeolojisi Enstitüsü'nün 1964-1966 yillari arasinda yaptigi prehistorik arastirmalar ortaya oldukça ilginç bulgular çikartmistir. Ian Todd baskanliginda gerçeklestirilen bu yüzey arastirmalari sonucu, çogu Nevsehir, Nigde, yöresinde olmak üzere Neolotik Dönem'den baslayan bir çok yerlesme saptanmistir.
Igdeli Cesme, Acigol, Tatlarin
Nevsehir il sinirlari içinde kalan Igdeli Çesme, Acigöl, Tatlarin kasabasinda çok büyük bir Neolitik çag yerlesimi bunlardan bazilaridir.
Acemhoyuk
Aksaray'in 18 km. kuzey batisinda Tuz Gölüne (Tatta) yakin Yesilova'da yapilan Acemhöyük kazilari oldukça ilginçtir. Yapidaki buluntulari IV. yy. sonu, VII. yy. ortasina iliskindir. Bizans yapilarinin altinda, düzenli dizilmis evlerden olusan bir yerlesme ortaya çikarilmistir. Buluntulardan, buranin tarimla ugrasan savunmasiz bir yerlesme oldugu anlasilmaktadir. Bizans yerlesmesinden sonraki katin (III. kat) Roma Döneminden olmasi gerekirken, Helenistik özellik tasiyan seramikler ve MÖ. I. yy ile MS. I. yy arasina tarihlenebilir. Bunun altindaki yaklasik dört metrelik bir kültür kati da yine Helenistik Dönem'e iliskindir. Dört mimari kattan olusan bu yerlesmelerin hemen tümünde yangin, deprem izleri görülmektedir. IV. kat yerlesmesi siddetli yanginla son bulmustur. V. katta ise üstlerine gelen bir seyden korunmaya çalisan, kivrilmis iki yasli insan bedeni korkunç bir depremi çok açik olarak anlatmaktadir. Yanginla yikilmis VII. katta da iki genç insanin kivrilmis vücutlari bulunmustur. VIII. kattan sonra megaron planli evler görülmeye baslar. XVI. katta dolma set üstüne oturan kerpiçten sur duvari ortaya çikarilmistir. M.Ö. 600-500'e tarihlenen XVII. katta , geometrik motifli, parlak al seramikler bulunmustur. XIX.-XXIV. katlar arasinda Hitit ve Ilk Bronz Çag kültür kalintilari vardir. XIX. XX, XXII. katlarda basit teknikle yapilmis sur kalintilari, Hitit geleneginden kaplar bulunmustur. M.Ö. 4000 yillarina kadar uzanan kalkolitik ve erken Bronz Çagi kalintilari düzenli bir sekilde saptanmistir.
Haci Bektas Hoyugu-Topakli Hoyuk
1968 yilinda Haci Bektas höyügu (Sulucakarahöyük) bölgede eski Hitit'ten baslayarak Orta Hitit, Frig, Roma, Geç Roma ve Bizans izleri vermesi Topakli Höyükte Italyanlar'in 1967'de baslattigi kazilarda Ilk Bronz Çag'dan Bizans Dönemi'ne uzanan 24 mimari kat ortaya çikarilmis olmasi, Nevsehir yöresinin çok eski bir oturum yeri oldugunu kanitlamaktadir.
Kultepe-Kanes-Avonos
Yerlesik hayata geçisten itibaren, yerlesim birimleri arasinda, temel ihtiyaçlarin karsilanmasi için ticaret ve benzeri iliskiler dogmus ve ihtiyaç duyulan temel maddelere sahip olan ve üreten birimler her devirde önemli merkezler haline gelmistir. Eski Bronz Çagi (M.Ö.3200-1950) sonlarinda, Asurlu tüccarlar Kizilirmak yayi içindeki bölgeye "Hatti Ülkesi" derlerdi. Kuzey Mezopotamya'daki Asur sehri tüccarlari Iç Anadolu'da genis ve etkili bir ticaret agi kurmuslardir. (M.Ö. 1950-1750) Bu ticaret aginin merkezi Kayseri yakinindaki Kültepe-Kanes'dir. Biraktiklari onbinlerce pismis topraktan ticaret mektuplarinda dokuz büyük ticaret merkezinin ve yüzlerce küçük sehrin isimleri görülür. Bunlarin arasinda Nenessa'yi da görmekteyiz. Bunun yaninda Aksaray'dan Kayseri'ye giden dogal ana yollardan birisi Kizilirmak kenaridir. Hititler zamaninda iskân gördügüne dair bilgiler vardir. Ancak Asur tabletleri bugün Nevsehir sinirlari içinde bulunan Avanos hakkinda degerli tarihi kanitlari sunmakta ve Nevsehir bölgesinin tarihini Avanos'un tarihini takip ederek bilebilmekteyiz.
Incesu-Aksaray-Konya-Bor-Nigde-Eregli
J.C. Gardin ve P.Garelli; M.Ö.19. yüzilin baslarina ait, Asurlular'in ticaret yollarini incelerken, ticari sinirlarin Incesu, Aksaray, Konya, Bor, Nigde ve Eregli bölgelerine kadar uzandigini tesbit ettiklerinde, Nenessa ve Washania'nin bu bölgenin sinirlari içinde oldugunu gördüler. Ayrica tabletler, iki Asurlu tüccarin Kanes'ten (Kayseri-Kültepe) Burushattum'a (Acemhöyük) dört günde gitmek için sürekli Washania, Nenessa ve Ullama'da geçtiklerini yazmaktadir. 1926'da da dilbilimcisi Emile Forrer, Bogazköy Hitit Kraliyet Arsivleri'nde yaptigi arastirmalar sirasinda bir tablette Zu-Winassa sehrinin adini okudu. Zu-Winassa Hitit, Nenessa Asur dilinde ayin sehri isaret ediyor olmaliydi. Nenessa, (veya Nissa'li Gregoir'in bahsettigi St. Vanot) N.Therry'nin çalismalarina göre Venessa ve Avanos'a dönüsmüstür. Osmanli belgelerinde Avanos, "Enes, Uvenez, Evenez" olarak geçer.
M.Ö. 2000 yillarinda orta Anadolu'da sehir devletlerini görmekteyiz. Bu devirde Hititler Orta Anadolu'ya yani Hatti ülkesine gelerek M.Ö. 1750 yillarinda hakimiyet kurmuslardir. M.Ö. 1200 yillarinda Trakya'dan gelen kavimler ve Akdeniz-Ege kavimleri Homeros'un destanlarina konu olan Troia'ye ezerek Hitit Imparatorlugu da yikmislardir. Anadolu bu istilalarla 400 yilllik karanlik devre gömülmüs ve bölgeye Frigler sahip olmustur.
Bor-Tiyana-Kemerhisar
M.Ö. 800 yillarinda Hitit Tabal kralliginin tekrar bölgede görüldügüne tanik olmaktayiz. Tabal kralligi at yetistiriciligi ile söhret kazanmis ve M.Ö. 700 yillarinda ortadan kaldirilmistir. Bu kralligin merkezi Bor civarindaki Tuvannadir (Tiana-Kemerhisar). Kapadokya bölgesinin ilk halklari Hattiler, Luviler ve Hititler'di. Bu bölgede I.Ö. III. binyil sonuyla ikinci binyil baslarinda Asurlular ticaret kolonileri kurmuslardi (Asur ticaret kolonileri çagi). Kültepe'de (Kanes) bulunan ve "Kappadokia tabletleri" diye adlandirilan Asurca çivi yazili tabletler (IÖ. ikinci binyil basi) Anadolu'nun ilk yazili belgeleridir. Tabletler üzerinde yapilan çalismalar ve yazinin okunmasi, bunlarin Asurlu tüccarlara ait oldugunu ortaya koydu. Dönemin toplumsal ve siyasal yas----- isik tutan bu tabletler aslynda ticari ve ekonomik sözlesmelerdi. Bu belgelere göre bu dönemde Orta Anadolu'da, merkezi bir yetkiye bagli olmayan, küçük yerel kralliklar, beylikler vardi. Bunlar genellikle küçük bir bölgeyi ellerinde tutuyor ve baris içinde yasiyorlardi.
Kanes (Kultepe)-Hacibektas-Karaburna-Topada (Acigol)-Gulsehir-Zile
Dönemin en önemli kenti olan Kanes (Kültepe), Anadolu'daki ticaret etkinliginin merkeziydi. MÖ. IX, yüzyilin ikinci yarisinda çok genisleyen Tabal Kralligi bölgeyi tamamen ellerine geçirmislerdir. Hacibektas-Karaburna, Topada (Acigöl), Gülsehir-Sivasa (Gökçetoprak) da çikan hiyeroglif kaya yazitlari bunu göstermektedir.
Hitit Imparatorlugu'nun çekirdegini olusturan bölge daha sonra Phrigialilar'in, Persler'in egemenlik alanina girdi. Bundan sonra bölge Kimmerlerin, Iskitlerin istilasina ugramis, M.Ö.700 yy. dan hemen sonra Lidya, Med ve Pers imparatorluklarinin egemenligine girmistir. VI. yy. dan itibaren Nevsehir ve yöresinin Lidyalilarin egemenligine girdigini görüyoruz.
VI. yüzyilin ortalarinda Lidya krali Cresus, Pers ataklarini durdurmak için Kizilirmnak'i geçer. (M.Ö. 575-546) Cresus'a irmagi asmanin çaresini Miletoslu Thales göstermistir. Tarihçi Heredot bunu söyle anlatiyor; "O sirada onun konak yerinde bulunan Thales, derin bir hendek kazdirdi, konak yerinin üst yönüne dogru ve yarim ay biçiminde; öyle ki eski yatagindan sapan irmak konak yerinin ters yönünden giriyor ve çevresini dolandiktan sonra gene ilk yatagina dönüyordu; ve böylece ikiye bölünmüs olan irmagi asmak daha kolay olmustu."
Bu savasta Creus'un yenilmesiyle yöre Perslerin (Ahamenid) eline geçer. Persler, halki göçe zorlamadilar. Ancak, büyük topraklarin yönetimini Pers kökenli asker-soylulara, halkin yerel dinsel önderlerine biraktilar. Buralarda yerel kültür Pers kültürü kaynasti; Heradot Perslerin kültürel yapisini ise söyle anlatir:
"Tanri heykeli, tapinak, sunak gibi seyleri yapmayi bilmezler; kurbanlari dag baslarinda keserler ve Zeus dedikleri de tanrisal gök kubbedir. Günese, aya, topraga, atese, suya ve rüzgara da kurban adarlar".
Persler'in ates kültü özellikle Kapadokya bölgesinde önem kazandi, volkanik Argaios (Erciyes) dagi, bu kült için çok uygundu. Pers tanrilarinin, diger dinlerin tanrilari gibi tam manada tapinaklari yoktu. Buna karsin kutsal alanlari vardi; bölgeye serpilmis bir halde bulunan kutsal alanlar, çok sayida atesgede tekkelerine bagli bulunuyorlardi. Yunan müellifleri bu kutsal alanlara Pirhethee ve rahiplere de Piree yani atesyakici demislerdir. Zend dilinde bu rahiplere Atharvan yani ates rahibi deniliyordu. Atesgedeler, kutsal alan dahilinde yüksekçe bir yerde, içinde hiç sönmeden ates yanan kül ile kapali bir tas kovuktan ibaretti. Arkalarina uzun beyaz roplar, baslarina uçlari dudaklara kadar uzayan yün külahlar giyen Atarvanlar (mugrahip) her gün ellerinde bir deste çali oldugu halde kutsal alana girer ve atesgedenin dibinde bir saat kadar ilahi okurlardi. Bazan kurban olarak içkiler sunar, yahut hayvan keserlerdi. Kurban takdim eden, bu is için tahtadan bir balyoz (billot) kullaniyorlardi: "Demir istimali siddetli memû idi..."
Pers dilinin Kapadokya'daki kutsal alanlarindan en önemlisi Zela (Zile) idi. Starbon Zela kutsal alaninin, adlarini Anaitis, Omanos ve Anadates diye kaydettigi popüler üç tanriya hasredilmis oldugunu Ord. Prof. Günaltay, özellikle belirtir. Perslerin atese tapma inançlari Kapadokyalilar tarafindan kolaylikla kabul gördü. Bilhassa Persler inanç kavramlarini destekleyen kusursuz bir cografyayla karsilastilar. Ates ve volkanlarla kapli bu bölge inançlari için ideal bir manzara olusturuyordu. Bu baglamda tarihçiler MS. IV. yüzyillara dek uzanan ates tanrisina adanmis mabedlerin varligini açiga çikarmislardir..
Kapadokya Ismi
Persler zamaninda bölgeye "Kapadokya" denilmeye ba?lanmis ve burada Kapadokya Satrapligi (eyaleti) tesis edilmistir. Pers döneminde Kapadokyada hayvanciligin çok geliskin oldugunu ve yillik 360 talent vergi olarak Perslerin 1500 at, 2000 katir, 50000 koyun aldiklarini bilmekteyiz. Kiyilardaki ticaret ve para ekonomisine karsin, iç kesimlerde kapali bir kara ticareti egemen oldu. Ekonomik olanaklari sinirli kalan Pers devleti, gücünü giderek yitirdi. Ord. Prof Günaltay'a göre; "Iran fethi esnasinda, münbit topraklar ordu ileri gelenlerine verilmis; köylüler topraga bagli köle durumuna düsürülmüslerdi. Pers asilzadeleri, debdebeleri, av eglenceleri, safahat hayatlari yüzünden servetlerini kaybedince köylülerini Yunanli veya Romali esircilere satarlardi. Yalniz tapinaklarin köleleri (serf) alinip satilamazlardi. Bu olaylar, pek eski zamanlarda yani Kültepe tabletleri devrinde Mezopotamya'dan gelmis olan medeniyetin bu yüzden tamamiyle ortadan kalkmis oldugunu pek güzel anlatmaktadir. Bu gibi sosyal facialar yüzünden Kapadokyalilar milli geleneklerini unutmus, buna karsi Iyonya medeniyetini de temessül edememislerdi."
Avanos ve Izlenimler
Makedonya krali genç Iskender, M.Ö 334 ve 331'de Pers ordularini ard arda bozguna ugratarak büyük imparatorlu?u çökertti. Bu huzur Makedonyali Büyük Iskender'in (M.Ö. 333-323) dogu seferi ile son bulur ve bu huzursuzluk Iskenderin generalleri ve onlarin mirasçilarinin sürekli savaslari ile devam eder. Ilk tarihi bilgilerimize göre Avanos M.Ö.332 yilinda Büyük Iskender'in tegmeni Eumenes tarafindan kurulmustur. Iskender'den sonra Kapodakya'da merkezi Kayseri (Mazaka) olan Kapodakya Kralligi kurulmustur. Mazaka'daki Kapodakya tahti birkaç kez eldegistirdi. Siyasal iktidardaki sürekli degisikliklerin yani sira, bölgeyi istila edenlerin, her seferinde, ürünleri yagmalamalari ve baski yapmalari Kapadokya halkini bezdirmisti. Kapadokya, Roma imparatorluk merkezinde yönetiminin devrilmesinden sonra, giderek Roma'nin agir baskisi altina girdi. Krallar, Roma'nin birer uydusu olmaktan öteye geçemediler. Kapadokya M.S.17'de Roma'nin Asya'daki bir vilayeti oldu. Bu dönemde, Roma Imparatoru Tiberius, Kapadokya'nin içine düstügü yoksulluk karsisinda, bölgeden alinan agir vergilerin hafifletilmesini buyurmak zorunda kaldi. Ertesi yil da Kapodakya'ya bir Roma valisi (legat) atandi. Starbon'un anlatimina göre (M.S.18) Avanos karsimiza çok zengin ve gelismis bir sehir olarak çikiyor. Bu dönemlerde bölgede (Kapadokya'da) Avanos en önemli üç sehirden biridir. Avanos (Venessa), Kayseri'den sonra bölgenin ikinci büyük dini merkezi ve monarsinin üçüncü büyük politik-idari (Kayseri ve Comano'dan sonra) merkezi idi. Zira Avanos'un büyük rahibi kirallik hiyerarsisinin üçüncü büyük kisisiydi. 3000 hieradul ve 15 Talents (günümüz kur'una göre 500 kg. gümüs) geliri vardi. Hizmetçi Euphrates de bize Venessa'da çok saglam ve güçlü bir aristokrasinin varligini göstermektedir. Avanos hakkinda en ilginç bilgileri rahiplerin biraktigi yazilarda buluyoruz.
Nissa'li Gregoir ve Avanos Izlenimleri
Bunlardan birincisi: Nissa'li Gregoir (M.S. 334-394), arkadasi Adelphois'a yazdigi mektupta, Venassa'dan geçtigi sirada Adelphios'un ona tahsis ettigi villa için tesekkür eder. Villa, en lüks baskent villalarindandir. Mektuba göre Venessa çok gelismi? müreffeh bir sehirdir. Harikulade bir sehitligi, sahane meyve bahçeleri ve üzüm baglariyla çok kalite saraplari olan bir bölgedir. Nissa'li Gregoir'in bize biraktigi bu mektup Avanos'un antik çagdaki durumunu anlatan tek dökümandir. Nissa'li Gregoir mektubunda ?öyle diyor: "Avanos'un güzelligini anlatmak için kelimeler bulmak zor. Gidip görmek lazim... Ömrümde çok yerler gördüm, çok ?eyler duydum ve güzelli?ini duydu?um her yeri gittim gördüm. Ama Avanos'u gördükten sonra bunlarin hepsi Avanos'un yaninda bir hiç kalir. Ne meshur Helicon, ne Mutluluk Adalari, ne Sission ovalari, ne Thessalia, hepsi Avanos'un yaninda bir hiç kalir. Dünya'nin hiç bir yerinde böyle sanatsal yaratilmi? bir doga görebilmek mümkün degildir. Koyunlarini otlatan çobanlarin ayaklarinin yanindan kirmiziya bürünmüs akip giden (Halys) Kizilirmak görülmeye deger. Kizilirmak'in öteki yakasinda da yemyesil meyve agaçlari, olagan üstü bollukta üzüm bahçeleri Avanos'a bir cennet güzelligi vermektedir. Herhalde Homer Avanos'un üzüm bahçelerini, inci güzelliginde armut çiçeklerini görmemis olmali. Bütün bunlar doga güzelliginden çok, bir ressamin elinden çikmi? tablo güzelligindedir..." diyor Nissa'li Gregoir. Anlattigina göre sehrin girisinde insa halinde bir kilise vardi. Daha çatisi eksikti ama bitmemis olmasina ragmen olaganüstü güzellikte bir kilise idi. Sözkonusu kilisenin, N.Thiery'nin isaret ettigi Dere Yamanli Kilise olmasi ihtimali güçlüdür.
Diocletianus'un (284-305) hiristiyanlari takibata ugratma siyaseti basarisiz kalmis.. I. Konstantin zamaninda yasanan dini heyecan devrinin, ayni zamanda bir çok muhtelif kült'e birden inanmanin pek tabii sayildigi bir dini senkretizm devresidir. Eger I. Konstantin en geç 312'den beri hiristiyanligi kabul etmis olsa da bu onun bütün putperest gelenegine yüz çevirdigi anl----- gelmez. Onun putperest inanç ve adetlerinden de vazgeçmedigi hatta özellikle Günes kültüne sadik kaldigi ve bu tarikata destek ve yardim sagladigi bilinmektedir. Nissali Gregoir'in yazdiklarina göre, (M.S.370-375'de) hiristiyan dini törenlerinde bile eski çok tanrili dönemlerden kalan Zeus'a yönelik ibadet ?ekillerinden kalintilar vardir. Hatta eski, çok tanrili dini kavramlar belli bir süre üstünlük bile kazanmislar fakat maalesef Gregoir'i bu kadar kederlendiren bu dinsel kavram karisikliginin Avanos'ta ne kadar sürdügünü bilemiyoruz. Ayrica, onun ölüm yataginda vaftiz oldugu da söylenmektedir.
Goremeli Hieron ve Izlenimleri
Buradan itibaren (M.S.4.yy.'dan sonrasi) Venessa'nin (Avanos'un) tarihini takip edebilmemiz için elimizde bir tek mektup var, o da Maçanli Göremeli Hieron'unki "Passio Proir". Ne Romalilar ne de ondan sonra gelenler (Bizanslilar) bölgeyi kendi kültürlerine asimile etmek istemislerdir. Onlarin en önemli ugraslari açik ticaret yollarini kontrol etmek ve bu genis Kapadokya bölgesindeki insan potansiyelini Bizans ordusu için kullanabilmek düsüncesi hakim olmustur.
Kapadokya nedir? Burada kimler yaşar? Özellikleri nasıldır? Kapadokya’nın hali nicedir?
Bu sorulara tam yanıt buraya sığmaz, ciltleri doldurur.
Kapadokya hakkında Türkçe yazılan ve çizilenlere bir baktığımızda, büyük bir çoğunluğu birbirine benzer. Birbirlerinden etkilenmenin ötesinde , sanki birbirinin fotokopisidir. Milat öncesi ve Milat sonrası yabancı gezginlerin gezi anılarından, günlüklerinden , kalın çizgilerle tarihin genel hatlarından anlatılır. Bu arada da jeolojik yapı ; volkanik olay, peri bacalarının oluşması, Hıristiyanlık ve kiliselerle Kapadokya sunulmaya çalışılır.
Çok eski zamanlardan beri devam etmiş kültür birikimi ve potansiyeli barındıran Kapadokya, eski ve yeni veya iç, dış bölge olmak üzere iki kısımda incelenir. Eski veya dış Kapadokya’nın sınırları geniştir. Yozgat, Tuz Gölü, Adana, Malatya ve Samsun’a dayanan bir sınırdır. İç veya yeni Kapadokya için, Bugün Turistik yöre olan ,çoğu Nevşehir ili sınırları içinde yer alan , Aksaray Ihlara’dan başlayıp, Nevşehir Derinkuyu, Kaymaklı, Ürgüp, Avanos, Gülşehir ve Hacıbektaş’ı da kapsayan bir alanı çizebiliriz. Bu alan içinde yer alan kasaba ve köylerle beraber bir çok ören yeri niteliğinde doğayla iç içe olan yerler vardır.
Kapadokya hakkında bir sürü yabancı isim ve terim kullanarak konuyu kendi insanımıza anlaşılmaz ve yadırgılaştırmak yerine, insanımızın da haz duyacağı ve anlayacağı hale getirilip sunulması daha yerinde olur. Batılı, zaten kendi kaynağından, kendi kültür yorumundan süzülüp eminerek gelmekte. Burada vurgulanmak istenen kendi halkımıza verilecek, tat ve haz alacağı bilgilerdir.
Son zamanlarda bölgeye her seviyeden gelen yerli vatandaşlarımızda büyük artışlar gözlenmektedir. Bu durum,Bölgede iç turizmin canlanmasına yol açmıştır. içeriği ne olursa olsun, yapılan filmlerin ve dizilerin çok büyük katkıları olmuştur. Kapadokya , tıpkı tüm yurdumuz Anadolu gibi birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Bunlardan yazılı belgeler bırakanların en eskisi, Asur ticaret hareketini saymazsak, Hititler’dir.
Milat öncesi 1750 yıllarına tarihlenmektedir. !750-1400 arası Hitit krallıklar dönemi,1400- 1200 Hitit imparatorluk dönemi sürerken araya batıdan gelen Frigyalılar girmiş, MÖ. 800 yıllarında Hitit Tabal krallığı olarak Hititler tekrar ortaya çıkmıştır Hacıbektaş- Karaburna, Gülşehir- Gökçetoprak’ta yazılı kayalar üzerinde Hitit Hiyeroglif yazıları bulunmuştur. Kapadokya’da at beslendiği bu dönem içindeki yazılı belgelerden anlaşılmaktadır.
Sonra Lidya (M.Ö. 950-585), Pers egemenliği hüküm sürmüş( M.Ö 585-334) , Kapadokya krallıklar dönemi (M.Ö 335- M.S .17), Romalılar hakimiyeti (17-395) , Bu tarihten sonra Doğu Roma yani Bizanslılar ve 1072’den sonra Türk boyları yerleşmeye başlamıştır.
Kapadokya, yer şekillerinin yaşamaya uygun olması ve insanlara hazır barınak imkanı vermesinden dolayı ilkel insana yaşama alanı olmuştur. Mağaralar , sağlam, güvenli aynı zamanda sağlıklı yaşam yerleridir . Islaklıktan, nemden, rutubetten uzak mağaralar günümüzde bile barınak görevini sürdürmeye devam etmektedir. Yazları serin, kışları ılık olması, kaya oyukları insanları her dönemde barınak olarak içine çekmiştir.
Bu mağaralar günümüzde hayvanlar için hazır birer ağıl, narenciye ve patates için ise, içlerine aynı anda birkaç kamyonun girebileceği koruma depoları olarak kullanılmaktadır.
Derin kaya oyukları aynı zamanda birer tahıl ürünlerini saklama yerleridir.Güneş alan, nemsiz ortamlarda tahıl muhafaza edilebilmektedir.Sarıhıdır köyünde yaşı üç yüz yılı geçtiği söylenen buğday, hatıra olarak aynı mağarada, aynı yerde saklanmaktadır.
Kaya oyukları güvercinlerin de barınak yerleridir.Asırlardan beri bölgede bol miktarda güvercin yetiştirildiği bilinir. Arazide, volkanik yapıdan dolayı toprağın verimsiz oluşu, insanları güvercin beslemeye yöneltmiş , tarımda ,özellikle bağcılıkta güvercin gübresi kullanarak toprağı verimli hale getirmeye çalışmışlardır.
Kapadokya’da bağcılık, buna bağlı olarak şarapçılık gelişmiştir.Ayrıca Nevşehir merkezde büyük bir rakı fabrikası mevcuttur.
Bölge, yerleşim için gerekli su kaynaklarına her zaman için sahip olmuştur . Pınar ve çeşme başlarına yerleşim alanları kurulmuş, sürekli aynı yerlerde uygarlıkların birbirlerini yok etmesinden dolayı buralarda , kalıntıların üst üste yığılması ile höyükler oluşmuştur. Topaklı, Sarılar, Hacıbektaş kazı yapılan höyüklerdir .
Höyüklerin dışındaki yaşayan yerleşim birimlerinde bile, kazılan çoğu yerlerde eski bir mezarla karşılaşılabilir. Her bir gömütün farklı farklı kültürlere sahip olduğu biçim ve şeklinden belli olur. Yüksek, hakim tepelerde küçük yığma kabarcıkların çoğu eski birer mezardır. Ama ne yazık ki, korumadaki imkansızlıklardan dolayı define arayıcılarının delik deşik ettikleri de bilinen gerçektir.Aynı şeyi höyükler için de söyleyebiliriz.
M.Ö 3000-5000 yıllarına ait olduğu söylenen Gülşehir, Civelek mağarasında birtakım buluntular ele geçirilmiştir. Bu, küçümsenecek bir tarih değildir. Aşağı yukarı 7 000 yıllık bir geçmiş söz konusudur.
Kapadokya’da Hıristiyanlığın bir geçmişi olmasının yanında bin yıllık da İslam kültürü ve geçmişi olmasına rağmen bu konu, ancak genel konularda dile getirilmektedir. (Hacıbektaş, Konya törenleri gibi) . Turistik tanıtım amaçlı anlatımlarda Türkler ve İslam kültürüne pek değinilmemektedir. Oysa Hacıbektaş’ı Veli’nin geliş amacı bellidir.
Çok uzun yıllar her iki din mensupları da barış ve dostluk içinde yan yana , omuz omuza birlikte yaşamışlardır.Başka yörelerde olan din ve ırk çatışmalarının hiç biri bu yörede görülmemiştir. Bu durum, yakın tarihimize,(1924) mübadele’ye kadar devam etmiştir. Bunun en güzel örneği şimdiki Zelve, ören yeridir. Hepsi daracık bir vadinin içine toplanmış, bir tarafta kaya kiliselerinden çan sesleri, diğer taraftaki camiden ezan sesi aynı vadinin içinde yankılanmıştır.
Kapadokya, tarihi İpek Yolu kavşağında bulunması nedeni ile buradaki Kervan Hanları ayrı bir önem göstermektedir. Hanların her birinin aralarında 45-50 km uzaklık vardır. Bu da o günlerin şartları ile bir günlük yol demektir.Hanlar, Selçuklu Türkleri zamanında konaklama ve ihtiyaç giderme yerleri olarak yapılmıştır. Bunlardan Avanos’a 5 km. uzaklıkta olan Sarıhan aslına sadık kalınarak onarılmış, dimdik eskisi gibi ayakta durmaktadır.
Kapadokya, baştan başa kaya kiliseleri ile doludur. Zamanı içinde Hıristiyanlık dininin dünyaya yayılma ve öğreti MERKEZİ olarak Kapadokya düşünülebilir.
Bölgeye çeşitli tarihlerde gelen araştırmacı gezginlerden bazıları , kim kimi Hıristiyan yaptı, kimler müslümandı, kimler Hıristiyan oldu diyerek halkın ne kadar birbirine kaynaşmış olduğunu belirtmişler , ayrıca Hıristiyan olan halkın Rumca bilmediğini , veya bir kısmının pat çat bildiklerini, onların esasında Hıristiyanlaşan birer Türk olabileceklerini söyleyen ve 1802- 1871 yılları arasında yaşamış, Fransız arkeolog ve gezgin Charles Texier’dir
Katpatuka, Kapatuka isimlerinin anlamları üstüne farklı görüşler ileri sürülmektedir. Pers, Fars dilinde güzel atlar diyarı anlamına geldiği söylenmektedir.Dağlık yöreleri hariç tutarsak, Anadolumuz baştan başa at beslemeye uygundur At, insana en yakın hayvanlardan biridir. Çalışkan, vefalı , sadık, ve uysaldır. Mağaralarda, kayalarda, bağlık, bahçelik ve çoğu kumsal arazide , ordulara yetecek kadar at beslemek olası mıdır? Arazi yapısından dolayı hala at ile çiftçilik yapanlar vardır. Öküzden sonra , gelişim içinde at ile çalışma uzun bir süre devam etmiştir. Diğer bir görüş Kırıkkale yakınlarında bulunan Delice ırmağının eski adının Kapados olmasından dolayı bu ismin verilebileceği konu edilmektedir..
Kapadokya insanı, tipik bozkır insanının özelliklerini gösterir; sabırlı, dayanıklı, çalışkan, bağlı ve tutumlu bir yapıya sahiptir.Kıraç toprağın ve bozkırın vermiş olduğu bir cana yakınlığı ve sıcaklığı vardır. Son zamanlardaki çarpık değişim yavaş yavaş bu insanları da etkilemeye başlamıştır. Turizmin ve ticaretin getirdiği çıkar ilişkilerine dayanan davranışlar görünse de karşılıksız hizmet ve konukseverlik her yerde göze çarpar. Bölgenin yol üstü, uğrak yeri olması nedeni ile çeşitli karakterlerden etkilenmiş olması ona ayrı bir zenginlik kaynağı olmuştur. Gelişmiş batı şehirlerindeki kültürel fırsat ortamı bulunmamakla birlikte Kayseri bu işlevi yerine getirebilecek kapasitededir.
Yörenin doğal yapısı her geçen gün bozulmakta, çarpık yapılaşmanın her türlü önleme rağmen önüne geçilememektedir. Özellikle yerel yönetimler, bu konuda eş , dost,seçmen karşısında tarafsızlılıklarını yitirebilmektedirler. Ülkesini bilinçli sevme, özünden bir şeyler verip, bir şeyler katma ülkemiz insanının sorunu gözükmektedir.
Yörede birbirinden ilginç görünümlü yürüyüş vadileri vardır. Vadilerin ilkelliği ve vahşiliğine şimdilik dokunan olmasa da bazı yerlere bilinçsizce döşenen parke taş döşemelerinin başlaması çevre severleri ürkütmektedir.Zaman içinde bölgenin en güzel, en meşhur büyüsünün insan eliyle bozulmaya başladığının belirtileri görünmeye başlamıştır. Esasında doğa ve çevreyi koruma işi , bir potansiyel bilgi ve güç birikimidir. Sanat ruhu ve sanat zevki , anlayışı ile biriken bir güçtür bu. Yerel ve merkezi yöneticilerin özellikleri bu bakımdan çok önemlidir.
Bölgeye ilk gezi tadımlık sonrakiler bir tutkudur. Her sefer, her adım, her bakış, hep aynı noktaya olsa bile, her zaman daima yeni şeyler görülür, yeni şeyler keşfedilir. (c)